Giyotindeki üç kişinin son sözleri ve akıbetleri
Üç kişi giyotinle idama mahkûm olur. Bunlardan biri papaz, biri hâkim, biri de fizikçi.
Kendi aramızda iletişim kurduğumuz Whatsapp grubumuza, bizim Oğuz Abi‘nin gönderdiği bir hikaye bende değişik çağrışımlar yaptı. Önce o hikayeyi paylaşıp sonra bende uyandırdığı düşünceleri aktarmak istiyorum.
Üç kişi giyotinle idama mahkûm olur. Bunlardan biri papaz, biri hâkim, biri de fizikçi.
İdam sehpasına ilk papaz çıkarılır. Başını giyotinin altına yerleştirir ve sorarlar:
– Son sözün nedir?
– Ben Allah’a inanıyorum, O beni kurtaracaktır. Allah… Allah… Allah…
Giyotini indirdiklerinde boynuna birkaç santim kala giyotin durur. Halk şaşırır ve hep bir ağızdan bağırır:
– Onu serbest bırakın; Allah sözünü söylemiş ve onu korumuştur.
Böylece papaz idam edilmekten kurtulur. Sıra hâkime gelir, ona da sorarlar:
– Demek istediğin en son söz nedir?
– Ben papaz gibi Allah’a inanmıyorum. Ama adalete güveniyorum. Adalet… Adalet… Adalet…
Giyotini indirirler, giyotin hâkimin de boynuna birkaç santim kala durur. Bunun üzerine insanlar tekrar şaşırır ve bağırırlar:
– Adalet sözünü söyledi, onu serbest bırakın.
Böylece hâkim de boynunun kesilmesinden kurtulur.
Sıra fizikçiye gelir. Ona da;
– Son sözünü söyle derler
– Ben ne Allah’a inanan bir papazım, ne de adalete güvenen bir hâkim. Bildiğim tek şey şudur: Giyotinin ipinde bir düğüm var ve o düğüm giyotinin tam inmesine engel oluyor.
Görevliler giyotini kontrol edince gerçekten de bir düğüm olduğunu görürler. Düğümü açıp tekrar bırakırlar, böylece fizikçinin başı bedeninden kopar.
Toplumdaki “düğümler” ve sorunlara işaret edip gerçekleri söylemenin acı sonuçları olabilir! Gerçeği söylemeye cesareti olanlar, bedel ödemeyi göze almalıdır.
Papaz, skolastik düşünceyi temsil ediyor yani meselelere hep din temelli bakıp ona göre açıklama getiriyor. Hakim ise determinizm görüşünü. Dini değil ama yine olayların belli bir sebebe bağlı ve değişmez olduğunu savunur. Ontolojik (varlık algısı) açısından papazla, hakim arasında bir fark yoktur aslında. İkisi de dünyaya dogmatik bakar. Sadece varlıksal kaynakları farklıdır. Fizikçi ise, Aydınlanma Çağı ile birlikte Batı’da ortaya çıkan ve Batı medeniyetlerinin gelişmesinde başat faktör olmuş ampirik (deneysel/bilimsel) yaklaşımı temsil ediyor. Bunlar da meselelere, sebep-sonuç ilişkisi üzerinden bilimsel bir bakış açısıyla yaklaşıp çözüm üretirler.
Bunu da ülkemizdeki şekilleriyle, mevcut siyasi ideolojilere uyarlayacak olursak; sağcılık (dinsel dogmatizm), solculuk (sekülerizm) ve liberalizm (realizm) olarak sınıflamak mümkün. Tabi bu benim anladığım. Grupda, hikayenin altına düşüncelerimi yazınca İlknur Hanım’ın da dediği gibi başkaları da başka şeyler anlayabilir.