Modernite

Modernite, Avrupa’da yaklaşık olarak 17. yüzyıl civarında ortaya çıkan, zamanla tüm dünyaya yayılan toplumsal değerler sistemine ve organizasyonuna verilen isimdir.

Genel anlamda gelenek ile karşıtlık ve ondan kopuşun; bireysel, toplumsal ve politik yaşam alanlarının tamamındaki dönüşümü ya da değişimidir. Anthony Giddens’a göre moderniteyi özgün yapan niteliklerinden biri devamsızlık özelliğidir. Marxist felsefeye dayalı tarihsel materyalizme dayanan bu düşünceye göre özellikle modernite öncesi ile modernite arasında oldukça belirgin bir kırılma söz konusudur. Modernite, toplumsal ve bireysel hayatın her aşamasını hem derinden, hem de geniş bir açıdan sarsmış ve değiştirmiştir.

Modernleşme ve Modernizm ile ilişkili ama bunlara indirgenemeyecek olan bir kavramdır. Ortak bir bağlama dayansalar da tarihsellikleri ve ifade ettikleri anlam alanları bakımından birbirlerinden ayrılırlar.

Tarihsel Süreç

Bir süreç olarak modernite, ekonomik ve toplumsal koşulları itibarıyla esas olarak 16. yüzyıldan itibaren ele alınıp değerlendirilmelidir.

Felsefi gücünü 18. yüzyıl Aydınlanma felsefesi’nden alan modernite, aklı ve insanı merkez olarak belirler, toplumsal yaşamı rasyonalize eder, dini toplumsal yaşamda arka plana iter ve laikliği ilke olarak benimser. Öznenin ve özgürlük fikrinin yaygınlaşıp güçlenmesi ve bunların tüm siyasal ve felsefi düşüncenin merkezi durumuna gelmesiyle anlamını bulur. Ayrıca terimin gelişen anlamlarının, 18. ve 19. yüzyılların keşifleri ve buluşlarıyla da ilişkili olarak boyut kazanmış olduğunu da belirtmek gerekir. Özet olarak modernite, düşünsel olarak Aydınlanma Çağı’na, politik olarak Fransız Devrimi’ne ve ekonomik olarak da Sanayi Devrimi’ne bağlıdır.

Modernite üzerine görüşler

Karl Marx, Emile Durkheim ve Max Weber modernitenin sosyoloji alanında üç önemli savunucularındandır. Marx, modernitenin kurumsal değişiminin nedeni olarak kapitalizmi verirken, Durkheim sanayileşme sürecini ön plana çıkarır. Durkheim’a göre kapitalizm etkili olsa da merkezi olmadığını savunmaktadır. Weber ise teknoloji ve rasyonelleşmenin modernitenin etkilerinden en önemlileri olduğunu ve bürokrasinin bu sürecin birincil sonucu olduğunu ileri sürer. Giddens, bu tür ayrımların kesinliğine karşı bir tartışma öne sürmektedir. Ona göre modernite bütün bu nitelikleri içeren çok yönlü bir gerçektir.

Marx, Durkheim ve Weber modernitenin Janus niteliğinin farkında olsalar da olumlu yönlerinin olumsuz yönlerinden ağır bastığına inanmışlardır. Giddens’a göre Weber olumsuz yönleri üzerinde daha çok dursa da, o dahi bunun ne kadar ileri gidebileceğini tahmin edememiştir. Bunu en iyi yakalayan bir romancı, H.G. Wells, olmuştur.

Modernizm ve Modernleşme ile bağlantısı

Modernizm kavramı daha geç tarihli bir adlandırmadır ve farklı bir alanı ifade eder. Modernizm, modern düşüncenin 19. yüzyılın ortalarından itibaren sanatsal ve kültürel alanda bir eğilim ya da hatta bir akım haline gelmesiyle ilgili olarak ortaya atılmıştır. Sanat tarihinde, özellikle 20. yüzyıl başları “Klasik Modernizm” olarak ele alınır. Elbette, modernizm ile modernite arasında açık ve örtük ilişkiler söz konusudur, ve bunları değerlendirmek, ortaya koymak gerekmektedir. Ancak bu kavramları birbirine indirgememek de gerekir.

Modernleşme kavramını da bu kavramlardan ayrıştırmak gerekebilir. Buna göre moderniteyi bir dünya görüşü ve Modernizm’i bir kültürel ve sanatsal akım olarak ifade etmek mümkünse, modernleşmeyi de bir ideoloji olarak tanımlamak mümkündür. Modernleşme, modernitenin her yönüyle bir gerçeklik olarak bilince yerleştirilmesi girişimidir.

Süleyman ÜSTÜN

Bilişim Uzmanı, Sosyolog, Kamu Yönetimi, Felsefeci ve Sinemasever

You may also like...

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir