Çiçero efsanesinin gerçek hikayesi

Bugün, kitaplara ve filmlere konu olan II. Dünya Savaşı sırasından yaşanmış olan Çiçero’nun casusluk hikayesini ilk ağızdan dinleyeceğiz.

Osmanlı Ordusundaki başarılarından dolayı göğsünde iki Türk madalyası bulunan Alman Büyükelçisi Franz von Papen, hatıratında II. Dünya Savaşı’nda Nazi Almanyası hesabına çalışmış ve Cicero (Çiçero) kod adıyla tanınan Arnavut asıllı Türk casus Elyesa veya İlyas Bazna ile aralarında geçen bu casusluk hikayesini ilk ağızdan anlatıyor.

Stalingrad faciası ve böylece ortaya çıkan Hitler’in dirayetsizliği üzerine diğer ülkeler artık Almanların askeri başarı alanında bütün gücümü sarf etmiş olduğunu anlıyordu. Almanların durumu zayıfladıkça Türkiye’nin de tarafsızlığını muhafaza etmesi güçleşiyordu. Numan Menemencioğlu’nu Kahire’ye davet etmiş olan Eden, orada Numan Bey’i tazyik etmiş, artık Türkiye’nin müttefiklerine karşı olan vecibelerini yerine getirmek zamanının geldiğini söylemişti. Buna karşı Menemencioğlu, Türkiye’nin durup durup da artık son anda sanki zaferin nimetlerinden pay almak ister gibi harbe katılmak istemeyeceği, bunu İngiliz basınının da haklı olarak tenkit ettiği şekilde, Mussolini’nin mağlup Fransa’yı arkadan vurmak hareketine benzer bir iş olacağı cevabını verdi.

Kahire’den döndükten sonra kendisiyle yaptığım temasta, işin ciddiyetini, Türkiye’ye harbe girmesi için yapılan tazyikin derecesini gerçekten anladım. Almanya askerî alanda durumu düzeltemezse Türkiye ekonomik zorunluluklar yüzünden siyasetinde esaslı değişiklikler yapmak zorunda kalacaktı. Bu hususu Menemencioğlu açıkça söylemişti. Bunun üzerine hem bu durumu Hitler’e bildirmek, hem de müttefiklerin nihai zaferi elde etmek üzere giriştikleri teşebbüsleri ve askerî hareketleri meydana koyan bir istihbaratı vermek üzere bizzat uçakla Berlin’e gittim. Bu istihbaratı yapan ajanı Çiçero adı altında gizliyordum. Bu casusluk işi dünya kamuoyuna makaleler, kitaplar, büyük bir film ve casusluk maceralarının en önemlilerinden biri olarak aksettirilmiştir. Bu derece önemli bir hadise olarak sayılıp sayılmayacağını bilmiyorum. Yalnız o zaman bildiğim bir şey vardı: Hitler bu haberleri öğrendikten sonra, siyasi yollarla dünya harbini sona erdirmeye teşebbüs ederse belki Almanya için son bir kurtuluş çaresi olabilirdi.

Ama ne Hitler, ne de Ribbentrop, fena haberleri dinlemek istemiyorlardı. Bu işin arkasında da İngiliz gizli servisinin bulunduğunu düşünmek rahatlarına geliyordu. Herkesin bildiği Çiçeo vakasını burada canlandırmaya lüzum bulmuyorum. Yalnız daha başlangıçtan beri hadisenin bir İngiliz tertibi olmayacağını olmayacağını bana düşündüren bazı olayları zikretmek isterim.
Vaktiyle bizim sefaret müsteşarının şoförü olan o sırada da İngiliz elçisinin oda hizmetkârlığını yapan Jenke ismindeki şahıs bir gün beni arayarak çok mühim bir haber vereceğini, böyle bir telifle alakadar olup olamayacağımı sordu. Kendisini hemen reddettin çünkü o sırada telefonların çoğu dinleniyordu. Bir yandan da ifşa edeceği sırrın pek mühim olduğunu söylediği için, sefarette bulunan Gestapo temsilcisine durumu anlattım. Şayet bu bir dalavere ise mesuliyeti Gestapo ajanının yüklenmesi daha doğru olacaktı. İlk aldığımız malumat bir telgraf suretiydi. İngiliz hariciyesinden Sir Hughe’ye gönderilmiş olan bir telgrafı oda hizmetçisi alıp yatak odasına götürmüş ve gizlice fotokopisini almıştı. Telgrafı okuyunca sahte olamayacağına hemen hükmettim.

Bu şifresi çözülmüş bir telgraftı. Bu istihbaratın devamına karar verdim. Gestapo sorumlusuna da bu meseleden benden başka kimseye bahsetmemesini emrettim. İstihbaratı Çiçero işi adı altında gizliyorduk. Ajan mütemadiyen para istiyordu. Her yeni telgrafta ücreti biraz daha arttırıyordu. Nihayet malumatın bedelini ödeyecek para kalmadı, bunun üzerine yeni tahsisat istedim. Berlin’deki Gestapo şefi istenen parayı gönderiyordu. Sonradan meydana çıktığı gibi gönderilen paralar hep sahte idi. Hitler o dönemde en usta uzmanları toplayarak bu sahte paraların basımı konusunda bir matbaa kurmuştu. Sahte banknotları kadar mükemmel hazırlıyorlardı ki, paranın sahte olup olmadığını tetkik için verdiğimiz bankalar bile, banknotların hakiki olduğunu tasdik ediyorlardı. Bu kabil maksatlar için milyonlar basıldı. Harp içinde bir göle atılan bu paraların yakın zamanda çıkarıldığı malumdur.

Çiçero’dan aldığımız malumat cidden çok kıymetli idi. Bu sayede Tahran’da yapılan gizli konferansta Almanya hakkında alınan kararlardan haberdar olduk. İngiliz hariciyesinin tekliflerini öğrendik. Türkiye’yi harbe sokmak için gösterilen gayretleri, Almanların müdahalesine meydan bırakılmadan, Türkiye’deki üstlerden Romanya petrollerinin bombalanması projelerinden bu yolla haberdar olduk. Petrollerin imhası meselesi önemli idi. Buna mâni olmak lazımdı. Ben hemen Menemencioğlu ile temas ettim. İngilizlerin Türk üslerini kullanarak Piosti’yi bombalayacağına dair kulağıma şayialar geldiğini, böyle bir şey yapılırsa Hitler’in İstanbul, Ankara, İzmir gibi şehirleri harabe hâline getireceğini söyledim. Menemencioğlu böyle bir tasavvurun olmadığını ifade etti. Ama Çiçero’nun getirdiği yeni telgraflardan Menemencioğlu’nun konuşmamızı hemen Sir Hughe’ye anlattığını anladım. Sir Hughe, Londra’ya çektiği telgrafta “Papen çok şey biliyor” diye yazmıştı. Yine Çiçero’nun getirdiği vesikalardan “Operation Overlord” adı altında gizlenen projeden de haberimiz oldu. Bu proje İngiliz ve Amerikan kuvvetlerinin Fransa’nın kuzey sahiline yapacağı çıkarma hakkında idi. Ayrıca Churchill’in, Stalin ve Roosevelt ile olan, Selanik ve Balkanlar yolu ile Almanları güneyden sarmak mı, yoksa Stalin’in ısrarına uyarak doğrudan doğruya İngiliz kanalı üzerinden çıkarma yapmak mı konusundaki mücadelelerden de haberdar olduk. Nihayet İnönü, Menemencioğlu ve Açıkalan’la Churchill ve Roosevelt’in Kahire görüşmelerinin teferruatını da aynı yolla öğrendik. Türk hükümeti Moskova ve Tahran’da görüşüldüğü şekilde harbe katılarak bir satranç taşı gibi oynatılmak istemiyordu. Yapılacak işlerden, nihai zaferden haberdar edilmedikçe Türkiye’deki deniz ve hava üslerinden faydalanılmasının mümkün olamayacağını Türk hükümet adamları açık bir şekilde ifade ediyorlardı.

Türkleri en fazla düşündüren nokta, Stalin’in “Türkiye tarafsızlığını bıraktığı takdirde, biz de Bulgaristan’a harp ilan edeceğiz” demiş olmasıydı. Bu beyanat Boğazların Sovyet tahakkümü altına girmesi tehlikesini ortaya koyuyordu ki, benim de öteden beri endişelendiğim şey bu idi. Gene Çiçero’nun getirdiği haberlerden Sofya’nın bombalanacağını öğrendik. Ama Berlin, Bulgarları haberdar edecek yerde, sırf yapılan istihbaratın doğruluğunu kontrol maksadıyla hiç sesini çıkarmadı. Böylece istihbarat kaynağımızın doğru çalıştığı meydana çıktı. Ama Bulgar başkenti de harabe haline geldi.
Sonuçta İngiliz gizli servisi bu sızıntıyı ortaya çıkarmak için Ankara’ya bir adam gönderdi. Böylece bu önemli kaynak da kurumuş oldu. Teessüfe şayandır ki, Hitler bütün bu olanaklardan faydalanmasını bilememiş, yanlış bir yol tutmuştu. Talihinin iyi gitmesi sayesinde Rusları Vistül nehrine kadar sürmüş, İtalya’da Alplere kadar hâkim olmuşken, Balkanlara dost elini uzatıp bütün müdafaasını Fransa ve memleketi üzerinde kursaydı, sulhu kurtaracak kadar kuvveti kalabilir, Rusların da 1937’deki hudutlarından ileriye geçmesine engel olurdu. Ne yazık ki, tuttuğu yolun sonu çıkmadı.

Sonradan gösterilen Çiçero filminin konusu olayla ilgili belgelere dayanılarak hazırlanmamıştı. Film hazırlanırken araya bir aşk macerası atmak gerektiği için beni güzel bir Polonyalı kontesle flört ettirmelerine pek içerlemedim ama Ankara’ya hiçbir Gestapo mensubu gelmediği hâlde, birçok üniformalıların işe karıştırılması, bir de sözde Ribbentroop’un bana yazdığı mektuplar beni fazlasıyla sıktı. Sir Hughe’nin oda hizmetkârının iyi sonucu da bir Hollywood uydurmasıdır. Fox film şirketi Ankara’ya gelip sefarethanede çekim yapmak istediği zaman, durumu bozulmuş ve işsiz kalmış olan Çiçero, şirkete başvurarak, filmdeki rolünü bizzat oynamak istemişti. Ama hakiki hayatta yaptığı işleri, aktör olarak pek iyi becerememiş olacak ki, şirket bu teklifi kabul etmedi. Fakat paranın yüzü tatlı olduğu için daha sonra Almanya’daki bir resimli mecmuanın teklif ettiği yüksek para karşılığında, Çiçero bütün bu işin İngiliz gizli servisinin bir oyunu olduğunu itiraf etmiş diye duyduk. (MİT’in Gizli Tarihi, Tuncay Özkan, Alfa Yayınları, 1995)

Süleyman ÜSTÜN

Bilişim Uzmanı, Sosyolog, Kamu Yönetimi, Felsefeci ve Sinemasever

You may also like...

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir