Kalabalığın Bilgeliği ve Kuran’daki Çokluk

Bugün, ilk defa Aristoteles’in Politika adlı eserinde dile getirilen ve 1906 yılında, istatistikçi Francis Galton tarafından ölçümlenen Kalabalığın Bilgeliği kavramını, Kuran’daki çokluk olgusu üzerinden değerlendireceğim.

Yıllar önce Kuran’da, çokluğun defalarca ve defalarca nasıl yerildiğini görünce çok şaşırmış ve hayata bakışımı da ona göre şekillendirmeye başlamıştım. Yazıyı uzatmamak adına sadece üç örnek vereceğim: “…onların çoğu iman etmez.” (Bakara, 100) “…insanların çoğu şükretmez.” (Bakara, 243) “…insanların çoğu inanmazlar.” (Hud, 17)

Sosyoloji okurken edindiğim, kitle ile ilgili bilgilerde ise çoğunluğun daha doğru kararlar aldığını görünce yine çok şaşırmış ve bu konuyu zihnimdeki kütüphanenin çözülmesi gerekenler konulu rafına yerleştirmiştim. Bu süre zarfında çok çeşitli araştırmalar ve ölçümler okudum/izledim ama açıklamalar bir türlü tatmin etmiyordu beni. Kuran’ın neredeyse bir kesinlik seviyesinde serdettiği bir konu, daha net bir şekilde sonuçlar ortaya çıkaracak şekilde açıklanmalıydı.

Yıllar sonra karşılaştığım bir deney sonucunda artık bu kitabı da, üzerinde soru işareti (?) olan raftan alıp yerine yerleştirdim. Şimdi bu deney ile vardığım sonuçları sizlerle de paylaşmak istiyorum. İngiliz bilim adamı Francis Galton‘un geliştirdiği ve sonradan “Kalabalıkların Bilgeliği” adıyla anılan bir deney var. Konuyla ilgili sürekli referans verilen meşhur deney bu. Ama kafamda bir türlü oturmayan sonuç da bu deneyin sonucuydu aslında.

Galton, bu düşünceyi test etmek için araştırma yaparken, Plymouth kentinde her yıl düzenli olarak yapılan bir yarışma olduğunu öğreniyor ve o yarışmayı laboratuvar yapmaya karar veriyor. Yarışmada kesilen sığırdan kaç kilo et çıkacağını katılanların biletlerinin üstüne yazmasını istiyor ve onları topluyor. Yarışmaya katılan kişilerin biletlerinde yazan tahminleri toplayıp kişi sayısına bölüyor ve her seferinde çok yaklaşık sonuç çıkıyor. Mesela, Galton’un yaptığı hesapta ulaştığı sayı 538.65 iken kesilen sığırdan 539 kilo et çıkıyor.

Bu çok etkileyici sonuçları hemen kabul ediyoruz ama Kuran tam tersini söylüyor. Öyleyse bir yerde hata var! Ya Kuran hatalı ya da deneyde bir sorun var. İşte yıllarca kafamı kurcalayan bu soru işaretiydi. Çünkü eğer öyle olsaydı, çoğunluğun aldığı kararlar kesinliğe çok yakın olmalıydı. Ama dünya siyasi tarihi bize bunun böyle olmadığını gösteriyordu. Bilim, Galton’u doğrularken, yaşam ise Kuran’ı doğruluyordu.

İşte bende o aydınlanmayı sağlayan deney, Galton’un Kalabalıkların Bilgeliği Deneyi’nin başka bir versiyonu. Sosyal medyada karşıma çıkan bir konuşmacı, Amerika’da katıldığı bir konferansta yapılan deneyden bahsediyor. Orada da büyükçe bir kavanoz var ve içinde ağzına kadar dolu bonibonlar var. Konuşmacı, konferansa başlamadan önce içindeki bonibonları tahmin etmelerini istiyor ama bunu iki farklı şekilde yapıyor. Kritik nokta burada başlıyor aslında. Çünkü bir grupta tahmin birlikte yapılıyor diğerinde, insanlar birbirinden izole bir şekilde tahminlerini yapıyor. Sonuçta izole olan grup sonuca çok yaklaşırken, bir arada olan grup açık ara yanılıyor.

Bu bize, kalabalıkların bilgeliğinin aslında çokluktan değil ayrı ayrı özgün düşüncelerin birleşmesinden ortaya çıktığını düşündürüyor. Birisinde insanlar diğerinin tahminini duyunca şu veya bu sebeple ona uyuyor ve sapma çok yüksek oluyor, diğerinde ise özgün düşünceler olduğu için minimum sapma meydana geliyor. Böyle olunca, her ne kadar kaynaklarda çıkışta diye ifade edilse de Galton’un deneyinde, tahminlerin yazıldığı biletlerin girişte toplanmış olduğu sonucuna varıyorum aksi halde yanındakinden etkilenecek ve hatalı sonuçlar çıkacaktı.

Şimdi gelelim, meselenin benim için daha önemli olan tarafına. Kuran’ın ısrarla söylediği şeyi neden daha önce anlayamadık? Çünkü bağlamına iyi bakmadık. Çoğunluk, ne zaman bilge, ne zaman hatalı olur? Ayetlere biraz daha yakından bakalım. Kuran’da, anlatılan kıssalara dikkatle bakıldığında; pek azı hariç, çoğunun helak edildiğini görüyoruz. Allah, sebebini de açıklıyor: Nuh Kavmi, malı ve çocuğu kendi ziyanını arttırmaktan başka işe yaramayan bir kimseye uydukları için. (Nuh, 21) Ad Kavmi, inatçı her zorbanın emrine uyduğu için. (Hud, 59) Sebe Kavmi, İblis’e uyduğu için. (Sebe, 20) Musa’nın kavmi, önce Firavun’a, (Hud, 97) daha sonra da Samiri’ye uyduğu için. (Taha, 85) Yahudiler, hahamlara, Hristiyanlar, rahiplere uydukları için. (Tevbe, 31)

Dikkat ederseniz, hepsinde de özgün düşünce ile verilen bir karar yok. Sürekli birisine uyma söz konusu. İşte aradığım açıklama buydu. Kuran çoğunluğu yerip pek azını överken ayrıştırdığı nokta imandı. Yani bilinçli tercih. Daha önce Müslüman ile Mümin kavramlarını çeşitli vesilelerle açıklamıştım. Çoğunluk Müslüman, pek azı Mümin. Aynı Galton’un deneyindeki gibi, yanındakine ya da bir otoriteye teslim olanlar yani etkilenenler bir tarafta, özgür iradeleriyle karar verenler diğer tarafta. Ama kurtuluşa erenler ancak Müminler, aynı özgün kararlıların sonuca tam ulaştığı gibi.

Süleyman ÜSTÜN

Bilişim Uzmanı, Sosyolog, Kamu Yönetimi, Felsefeci ve Sinemasever

You may also like...

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir