Zülkarneyn ve Ergenekon Seddi Arasındaki Benzerlik

Dün geceki okumalarımda; Kehf Suresi’ne gelince, daha önce fark etmediğim başka bir benzerlikle karşı karşıya kaldım. Ve bu muazzam bilgiyi de sizlerle paylaşarak; varlık alemi ve insanın bu alemdeki yeri ve amacı üzerine düşünme fırsatı doğsun istiyorum.

Takip edenler bilir, okumalarımı belirli bir konuya odaklayarak yapıyorum. Geçtiğimiz aylarda, mitolojiler üzerine yoğunlaşmış ve başta Türk mitolojileri olmak üzere, Sümer, Babil, Hint, Yunan ve Güney Amerika mitolojik metinlerini sırayla okumuştum ve o zaman fark ettiğim kutsal kitaplarla (Tevrat, İncil, Kuran) olan benzerliklerini de sıkça paylaşmıştım. Okumalarım sonunda; bize eskilerin masalları gibi nakledilen bu mitolojik metinlerin aslında birer kutsal kitap olduğu kanaatine vardım ve hala aynı düşüncedeyim. Bu düşünceme delil olarak da; “Her millet için mutlaka bir uyarıcı (peygamber) bulunmuştur.” (Fatır, 24) ayetini gösterebilirim. Tin Suresi’nde de güçlü başka bir delil var ama onu başka bir yazıya bırakıyorum.

İşte bu mitolojik metinler hafızamda canlılığını korurken, Kehf Suresi’ndeki Zülkarneyn’in o müteşabih yolculukları bu sefer bana çok daha farklı bir perspektif sundu. Kıssada, özetle; Zülkarneyn, gittiği yerde bir kavimle karşılaşıyor. O kavim kendilerini Ye’cûc ve Me’cûc’den korumak için bir set yapmasını istiyor. Ve benzerlik burada başlıyor; demir kütleleri geliyor, devasa ateşler yakılıyor ve üzerine bakır dökülerek mühürleniyor.

Bu aşamada ilgili bölümü Kuran’dan aynen okuyalım; “Sonra yine bir yol tuttu. Nihayet iki dağ arasına ulaştığında onların önünde, hemen hiçbir sözü anlamayan bir kavim buldu. Dediler ki: Ey Zülkarneyn! Bu memlekette Ye’cûc ve Me’cûc bozgunculuk yapmaktadırlar. Bizimle onlar arasında bir sed yapman için sana bir vergi verelim mi? Dedi ki: «Rabbimin beni içinde bulundurduğu nimet ve kudret daha hayırlıdır. Siz bana kuvvetinizle destek olun da, sizinle onlar arasına aşılmaz bir engel yapayım.» «Bana, demir kütleleri getirin.» Nihayet dağın iki yanı arasını aynı seviyeye getirince (vadiyi doldurunca): «Üfleyin (körükleyin)!» dedi. Artık onu kor haline sokunca: «Getirin bana, üzerine bir miktar erimiş bakır dökeyim» dedi. Bu sebeple onu ne aşmaya muktedir oldular ne de onu delebildiler. Zülkarneyn: Bu, Rabbimden bir rahmettir. Fakat Rabbimin vâdi gelince, O, bunu yerle bir eder. Rabbimin vâdi haktır, dedi.” Kehf Suresi, 92-98)

Son bölümde görüleceği üzere iş bitince o seddi ne delmek mümkün oluyor ne de set aşılabiliyor. İşte bu noktada Türklerin Türeyiş Destanı olan Ergenekon metnine geçiyor ve aradaki benzerlikle dikkat çekmek istiyorum. Bu sefer karşımızda Ergenekon adı verilen yerden çıkmak isteyen bir kavim var. Bilge bir demircinin önerisiyle, Kuran’daki kıssaya benzer şekilde odunlar yığılıyor yine bir körükle devasa ateşler yakılıyor ve tamamen demirden oluşan dağ eritilerek bir yol açılıyor. Kök Tengri’nin gönderdiği dişi bir kurdun (Asena) kılavuzluğunda oradan çıkarak dünyaya dağılıyorlar.

Şimdi bu metnin de ilgili bölümünü doğrudan destandan okuyalım; “Aradan dört yüz yıl geçmişti öylesine çoğalmışlardı ki oralara sığmaz olmuşlardı. Yaşlılar bir araya geldiler ve dediler ki: “Atalarımızdan dinlerdik, çevresinde yaşadığımız bu illerin ötesinde, bizim asıl yurtlarımız vardır. Tatar baş olup cümle düşman üzerimize çullanmış, bizi alt etmiş, kınmış, yurdumuzu almış. Tanrı’ya şükür şimdi çokluğuz, düşmandan korkup dağa kapanacak halde değiliz. Bir yol bulup bu dağdan göç edip çıkalım. Bize dost olanla görüşür, düşman olanla güreşiriz.” Herkes bu düşünceyi doğru buldu, kurultayın uygun gördüğü bu düşünceyi yürütmek için cümlesi yollara düştü. Ne çare ki bir yol bulamadılar. Bir demirci şöyle dedi. “Bir yer bilirim, orada demir madeni var, eritir kendimize yol açarız. Yeter ki bu ülkü yüreğimizi demiri eritecek kadar doldurmuş olsun”, dedi. Gözler ışıldadı, herkes gücünün yettiği kadar odun topladı. Önce bu odunlar dünya yüzüne o insanların buluşu olan kömür haline getirildi. Bir sıra odun bir sıra kömür konuldu. Dağın böğründeki yarıklara istif edildi. Dokuz yüz devenin derisinden koskoca körükler yapıldı. Dağın sağına ve soluna bu odun ve kömürler yığıldı. İhtiyarlar da ellerini açıp Yüce Tanrı’ya yalvardılar, en yaşlısı gözü nemli, yüreği dertli odunu ateşledi. Tanrı Türkü korumuş, demir erimeye başlamış, odun kömür yığınları hep tazelenerek, bütün boylar başında nöbet tutarak, genç kızlar kurtuluş destanı okuyarak günler geçti. Demir bir devenin geçeceği kadar eridi, sevinç dağı taşı inletti. Yol açılmıştı, o ayı, o günü, o saati bellediler. Hala bu günü getiren her yıl Türk elinde anılır. Şöyle ki, her obada yaşlı bir kişi bir demir parçasını ateşle kızdırır, örsün üzerine kor, çekiçle vurur, oyun oynarlar, kımız içerler. “Zindandan çıkıp ata yurduna geldiğimiz gün bu ışıklı gündü” derler.”

Dikkat ettiyseniz Kuran’da bir set yapılıyor, Ergenekon Destanında ise bir set yıkılıyor. Yapım ve yıkım işlemlerinin ne kadar benzediğini fark etmişsinizdir artık. Fakat bir sorun var; Kehf Suresi 97. ayette; “Bu sebeple onu ne aşmaya muktedir oldular ne de onu delebildiler.” deniliyor. Bu seddin hiç bir şekilde yıkılamayacağını düşünürken, 98. ayette; “Fakat Rabbimin vâdi gelince, O, bunu yerle bir eder.” denildiğini görünce fotoğraf benim için netleşiyor.

Ye’cüc ve Me’cüc’ün, Türkler olma ihtimali var mı?

Bu bilgiler ışığında ortaya çıkan durumu şöyle özetleyebilir miyiz? Zülkarneyn, bir kavmi Ye’cûc ve Me’cûc‘den korumak için bir set yapıyor ve işlevini tamamladıktan sonra o set yıkılıyor. Setin içinde/ötesinde bulunan Türkler seti yıkıp dışarı çıkıyorlar ve yurtlarına geri dönüyorlar. Burada Ye’cûc ve Me’cûc’ün Türkler olduğu gibi bir gerçek ortaya çıkıyor ama bunu ilk defa ben söylemiyorum, Avrupalı tarihçiler de Türkler olduğunu iddia ediyorlar. Ancak buradaki Türklerin, Türk kökenli ırklar (Hunlar, Hazarlar, Moğollar, Ural-Altay Türkleri) olması daha muhtemel.

Zülkarneyn, set, Ye’cûc ve Me’cûc ile Ergenekon Destanı hakkında daha pek çok şey söylenebilir fakat ben bu iki metin arasındaki benzerliğe dikkat çekmek istediğim için konuyu burada tamamlıyorum. Tekrar etmekte fayda var ki bunlar benim kişisel düşüncelerim, doğrusunu Allah bilir. Umarım faydalı olmuştur.

Bu arada konu Türkler’den açılmışken, çok fazla Türk Atasözü barındıran Aforizma.TR sitesine de bir bakmanızı öneriyorum.

Süleyman ÜSTÜN

Bilişim Uzmanı, Sosyolog, Kamu Yönetimi, Felsefeci ve Sinemasever

You may also like...

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir