Doğadaki Sosyal Tasarım

Kuran-ı Kerim’de sürekli olarak insan dışındaki bazı canlılara atıfta bulunulur (Ankebût, 41 – Örümcek, Nahl, 69 – Arı, Hac, 73 – Sinek) ve onlara bakıp ibret almaz mısın diye sorulur. Belgesel izlerken de zihnimin arka planında bulunan bu gerçekler ön plana çıkıyor ve olayı başka türlü yorumlamama sebep oluyor. Hem dini altyapım hem de sosyal bilimlerde elde ettiğim kazanımlar buna vesile oluyor.

Farabi, “Âlem büyük insan, insan küçük âlemdir.” der. O halde; âlemi inceleyerek, insanda anlayamadığımız noktaları, insana bakarak da âlemi anlarken eksik kalan kısımları tamamlayabiliriz. Uzun zamandır kitle psikolojisi ve zihin manipülasyonu hakkında okumalar yapıyorum. Rahmetli Farabi’nin yöntemini kullanarak çok ilginç sonuçlara ulaştım. Şimdi gelin Kuran’ın tavsiyesine uyarak, etrafımızda meydana gelen ancak bizim farkında olmadığımız doğadan üç örnekle birçok toplumsal olayda kullanılan ve maalesef yine farkına varamadığımız yöntemleri keşfederek bu yöntemlere karşı bağışıklık kazanalım.

Sifilis Yöntemi

Halk arasında frengi olarak bilinen sifilis ya da sifiliz, spiroket bakterisi Treponema pallidum alttürünün sebep olduğu cinsel yolla bulaşan bir enfeksiyondur. Kendini farklı görüntülerle ortaya koyduğu için bilim adamları tarafından “büyük kopyacı” olarak adlandırılmıştır. İnsanlar, pallidum alttürünün bilinen tek doğal konağıdır. Bu alt tür, konakçı olmadan ancak birkaç gün yaşayabilir. Dolayısıyla bulaştan sonra bakteri ve insan arasında simbiyotik bir ilişki başlıyor. Biri olmadan diğeri varlığına devam edemiyor. O yüzden bu hastalığın tedavisi çok zor.

Şimdi bunu toplumsal olaylara uyarlayalım. Çok gelişmiş, kuralları olan, tıkır tıkır çalışan bir sosyal yapı düşünün. Bir gün yapıyla hiç alakası olmayan, tamamen bu yapının dışından ve zıt bir kişi yapının içine giriyor ve çok önemli bir konuma yerleşiyor. Önceleri, her iki taraf da çok mutlu. Birbirlerinden faydalanıyorlar. Yapıya sonradan dâhil olan taraf, şartlar olgunlaştığı için çoğalmaya başlıyor. Bir müddet sonra artık birbirlerinden tüketmeye başlıyorlar ve ayrılma ihtiyacı hissediyorlar ancak ne mümkün. Ya hiç bir şey yapmayıp birbirlerini tüketmeye devam edecekler ya da ayrılmaya zorlayıp bir tarafın belki de her iki tarafın da yok olmasına sebep olacaklar.

İşte bu kaçınılmaz sona giden sürece sifilis yöntemi diyebiliriz. Efendim öyle şey olmaz, iki zıt düşünceye sahip gruplar birlikte hareket etmez demeyin. Dikkat edin, uzmanlar sifilis için ne diyordu: Büyük kopyacı. Size farklı gibi gelmeyecek, onu kendi taraftarlarından daha fazla seveceksiniz. Bu kullanılan belki de en eski yöntemlerden birisi.

Guguk Kuşu

İkinci ve son dönemlerde daha çok kullanılan yöntemi ise guguk kuşundan öğreniyoruz. Malumunuz bir kuş yumurtlayacağı zaman önce yumurtaların sağlıklı bir şekilde korunması için bir yuva yapar. Vakit gelince dişi kuş yuvaya girer, yumurtladıktan sonra kuluçkaya yatar. Dişi kuş, yumurtaların üstüne oturduğu için bu süre zarfında yemek ihtiyacını erkek kuş karşılar ve sadece beslenme dönemleri dışında yuvada pek bulunmaz. Dişi kuş ise zaman zaman, kısa bir süreliğine yumurtaları bırakarak yuvadan çıkar ve geri döner.

Yeni evli ve çocuk bekleyen bu kuş çiftinin farkında olmadığı, yan sokaktaki arabanın içinden şüphelilerin evini gözetleyen dedektifler gibi yuvayı gözetleyen birisi daha vardır. O, guguk kuşudur. Anne kuş biraz hava almak için yuvayı terk ettiği bir anda, karşı ağaçta saklanan guguk kuşu hemen yuvaya girer, yumurtalardan birisini yuvadan atar ve kendisi yumurtasını bırakıp olay yerinden hemen kaçar.

Guguk kuşu, bu numarayı genelde ardıç, sığırcık ve kargalara yaptığı, yumurtadan çıkma süresi de bu kuşların yumurtalarına göre daha kısa olduğu için önce guguk kuşunun yumurtası çatlar. İlk çıkan guguk kuşu yavrusu, sebebi bilinmeyen bir içgüdüyle diğer yavruları yuvadan atar ve yuvada tek başına kalır. Anne kuş, kaçınılmaz olarak kendi yavrusu zannettiği bu guguk kuşu yavrusuna bakar ve büyütür. Belirli bir süre büyüyüp gelişen yavru kuş, tam uçuş talimlerine başlayacakken guguk kuşu gelir ve yavrusunu alıp gider.

Biz yine bu şablonu, sosyal olayları incelediğimiz masada duran örnek yapıya entegre edelim, bakalım ne olacak? O tıkır tıkır çalışan muazzam yapıyı hatırladınız mı? Evet, o bizim yeni evli ve çocuk bekleyen çiftimiz. Sistem, milyonlarca yıldır aynı işliyor: İki cins birlikte oluyor, doğan çocuklar büyütülüp yeni yapılar kuruluyor ve grup soyu sonsuza kadar devam ediyor. Ya eğer bir guguk kuşu, siz farkında olmadan yapının içine girip kendi yavrusunu bıraktıysa. Siz onun yavrusuna, kendi yavrunuz gibi bakıp, besleyip büyütüyorsanız. Tam her şey yolunda, benden sonra artık yuvamızı kendi yetiştirdiğimiz yavrumuz yönetecek derken; o yavrunun aslında kendi kaynaklarımızı tüketen bir yabancı olduğunu, günü gelince çekip gideceğini ve bizim tam takır ambarlarla ve neslimizi devam ettirebileceğimiz evlattan yoksun kaldığımızı öğrendiğimiz anda ne yapacağız? Hiçbir şey. O halde etrafımızdaki guguk kuşlarına çok dikkatli bakalım.

Zombi Karınca

Ve son olarak, daha az rastlansa da benim en çok önemsediğim ve diğerlerine göre dâhiyane bulduğum başka bir yöntem daha var. Asıl adı cordyceps olan zombi-karınca mantarı olarak da bilinen bir mantar, başta kurşun karıncalar olmak üzere bazı böcekleri enfekte ediyor. Bundan sonra yaşanacaklar ise şeytanın bile aklına gelmeyecek kadar ürkütücü ve bir o kadar da düşündürücüdür.

Karınca kolonisi, en düzenli çalışan ve kolay kolay bozulmayan bir sistem olarak bilinir. Bu sefer alegoriyi doğa olayıyla birlikte yapalım ve bu karınca kolonisini, bizim tıkır tıkır çalışan muazzam yapımız olarak düşünelim. Yapımızın içinde sorunsuz yaşayan kişilerden birisi bir gün garip garip hareketler yapmaya başlıyor. Olmayacak demeçler veriyor mesela. Bu durumda kaçınılmaz olarak dışlanma gerçekleşiyor. İşte karınca kolonisinde de böyle bir durum oluyor ve sağlıkçı karıncalar bu karıncayı kolonini dışına itiyor. Fakat bu tesadüfi bir durum değil ve olay henüz yeni başlıyor. Çünkü mantarın büyük bir planı var. Koloniden ayrılan karınca nedense ağaca tırmanmaya başlıyor. Hâlbuki onun ağaca tırmanmasını gerektirecek bir durum yok ama vücuduna hâkim olamıyor ve başlıyor tırmanmaya.

Belirli bir yüksekliğe gelince, dişlerini ince bir dala geçirip sabitliyor. O anda canlı olmasına rağmen kımıldayamıyor ve vücudundan mantarlar çıkmaya başlıyor. Koloninin içinde kendi halinde yaşayan bir karınca, durduk yere ağaca tırmanıyor ve bir mantar gibi hareket etmeye başlıyor. Aklınıza, büyük ve muazzam bir sistemle çalışan yapıda; farklı çıkışlar yapan, doğal olarak yapıdan atılan ve diğer bir yapının kırk yıllık elemanı gibi davranan kişiler geldi mi? Devam edelim öyleyse, bakalım daha neler olacak?

Bu sırada hala canlı olan ve artık iyice olgunlaşmış bir mantara dönen karıncamız birden patlıyor ve ortaya çıkan sporlar ormanın her yerine dağılıyor. Böylece bu döngü devam ederek mantar, türünü devam ettiriyor. Peki, karınca neden ağaca tırmanıyor? Çünkü yağmur ormanlarında mantarın üreyebilmesi için en uygun bölgeler, ağaçların yükseklerindeki nemli bölgeler. Ayrıca sporlar ne kadar yüksekten saçılırsa, o derece fazla karıncaya bulaşacak. İşte ölüm ısırığı adı verilen bu döngünün başlangıcında dâhiyane bir akıl var. Mantar, kendi emellerini gerçekleştirebilmek için karıncayı bir araç olarak kullanıyor ve bununla yetinmeyip onu kendi kolonisine karşı bir silah olarak geri gönderiyor.

Büyük bir yapıdan ayrılan, başka bir yapının emelleri için misyon yüklenen ama dışarıdan bakıldığında sadece kendi gündemini takip ettiği zannedilen, zombileşmiş karıncaları fark edip, sadece koloniden atmak gibi cahilce bir yöntem yerine, aynı mantarın dahiyane yöntemi gibi koloni içinde karantinada tutup, günün sonunda aleyhine çalışan bu döngüyü kırmayı başarabilen yapı yaşamaya devam edecektir.

İşte böyle. Doğadan öğreneceğimiz daha birçok şey var. Boş işlerle uğraşmayı bırakıp enerjimizi bilime -hem fen bilimlerine hem de sosyal bilimlere- harcarsak, bu yöntemleri diğer medeniyetlerden önce öğrenip daha verimli kullanma şansını yakalarız. Aksi halde; başkalarının açtığı yolda, öncekilerin izlerini takip ederek varacağımız yer sadece onların istediği yerdir.

Haftanın Kitabı

Bu hafta, rahmetli Necmettin Erbakan’ın çalışma arkadaşı Mete Gündoğan’ın yazıda bahsettiğim guguk kuşu hikâyesini okuduğum Oyun Teorisi kitabını öneriyorum.

Haftanın Mağara Resmi

Haftanın mağara resminde, yazıda da bahsettiğimiz simbiyotik ilişkiyi öne çıkarmak istiyorum. Bazen öyle bir durum oluşur ki iki düşman birlikte hareket etmek zorunda kalabilir.

Süleyman ÜSTÜN

Bilişim Uzmanı, Sosyolog, Kamu Yönetimi, Felsefeci ve Sinemasever

You may also like...

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir