Yukarıdakiler, aşağıdakiler ve düşenler

Karşınızda; müthiş bir sistem eleştirisi, sınıf sistemini, reklamın gücünü, göçmen sorununu içeren bir medeni insan eleştirisi: The Platform (El Hoyo).

Karşınızda; müthiş bir sistem eleştirisi, sınıf sistemini, reklamın gücünü, göçmen sorununu içeren bir medeni insan eleştirisi: The Platform (El Hoyo).

The Platform (El Hoyo), Galder Gaztelu-Urrutia tarafından yönetilen ve 2019’da yayınlanan senaryosunu David Desola ve Pedro Rivero’nın birlikte yazdığı bir İspanyol bilim kurgu korku-gerilim filmi.

İspanya sinemasının en prestijli ödülleri olan Goya ve Gaudi’den en iyi özel efekt ödülü de alan film, distopik bir gelecekte geçiyor. Yaşam standartlarının derecelere göre belirlendiği bu gelecekte; Çukur diye isimlendirilen bir yerde insanlar derece almak için uğraşıyor. Iván Massagué (Goreng), Alexandra Masangkay (Miharu), Emilio Buale (Baharat), Eric Goode (Sr. Brambang) gibi İspanyol sinemasının en ünlü oyuncularının rol aldığı filmde suçlular, hapishane yerine Çukur’u tercih edip derece alma imkanına kavuşabiliyor.

Çok ürkütücü bir yer olan Çukur; yerin altına inşa edilmiş, 333 kattan oluşan, ikişer kişilik koğuşlardan meydana gelmiş, 16 yaşından küçüklerin giremediği bir hapishane aslında. Yukarıdan aşağıya doğru inen bir platformunun üzerine konan yiyecekler her katta belli bir süre kalıp ilerliyor. Yiyecek depolamanın yasak olduğu bu sistemde o süre içinde ne kadar yiyebiliyorsanız yiyorsunuz. Aksi halde mahkumlar için sıcaktan yanmak ya da soğuktan donmak kaçınılmaz bir son.

Yüzlerce katın olduğu Çukur’da en alt katlara kadar yiyeceğin ulaşmadığını tahmin etmiş olmalısınız. İşte burada devreye ana karakterimiz Goreng giriyor. Aslında Goreng, Çukur’a diğerlerinin aksine kendi isteğiyle giriyor. Çukura her girene sorulduğu gibi yanlarına almak istedikleri tek nesne Goreng’e de sorulduğu zaman o kitabı tercih ediyor. Zira ilerleyen dakikalarda anlaşılıyor ki diğerleri silah, para, kılıç gibi daha ölümcül nesneler tercih ediyorlar.

Aslında Çukur’un kuralları çok basit; herkes kendisine yetecek kadar yemek yeyip kalanları alt kata bıraksa, süresini tamamlayınca her mahkum dışarı çıkabilecektir. Ancak insan zihninin karanlık dehlizlerine dalan senaryoda korku ve açlığın; Allah-u Teala’nın Kuran-ı Kerim’in Tin Suresi’nde bizlere ifade ettiği gibi insanı aşağıların en aşağısına (esfele safilin) dönüştürebileceği en kötü durumu gözler önüne seriyor.

Sınıf sistemi, reklamın gücü, göçmen sorunu, ikna ve korkutmanın farkı gibi meseleleri incelikle işleyen filmde, insanın yeni durumlara nasıl çabuk adapte olduğunu da hayretler içinde görecek ve en mutedil insanların bile gelebilecekleri hali dehşet içinde izleyeceksiniz. Bu manada Testere ve Seven filmlerindeki o muhteşem ahlak sorgulamasını burada da görmek beni çok sevindirdi.

Goreng, içeride gördüğü bu manzara karşısında önceleri olması gerektiği gibi çok ahlaki davranıp koğuş arkadaşlarına da tavsiyelerde bulunuyor ancak aşağı katlara indikçe gördüğü ve tecrübe ettiği gerçekler onu bambaşka bir insan haline getiriyor.

Eski bir Çukur çalışanı olan ama kanser hastası olduğu için Çukur’a girmeyi tercih eden kadınla birlikte; kendilerine yetecek kadar porsiyon hazırlayıp aşağıdaki kata gönderen, onlarında aynı şekilde aşağıya göndermelerini tavsiye ederek bir fark yaratmaya çalışıyorlar. Ancak alt katlara inince durum değişiyor. En alt katlarda olanların birbirlerini yemeden başka çareleri yok. Ya ahlaki davranıp medeni olacak ve yemek salyangoz olacaksın ya da erdemi bir kenara bırakıp hayatta kalacaksın. Ölümün kaçınılmaz olduğunu anlayan Imoguiri, intihar edip Goreng’in kendisini yiyerek hayatta kalmasını ve görevi tamamlamasını istiyor. İşte bu aşamada Goreng’in zihin dünyasında süregelen savaşı iyi taraf kazanıyor ve koğuş arkadaşını yemek yerine yanına aldığı kitabı yiyerek hayatta kalmayı başarıyor. Bu misyonuyla Çukur’a, bir dönüştürme merkezi demek yanlış olmaz sanırım.

Yaptığı bu fedakarlık sayesinde 6. kata çıkmayı başaran Goreng, yeni hücre arkadaşıyla tekrar görevi tamamlamaya çalışacaktır. Ancak bu sefer bir farklılık vardır. Görevi ikna ile değil korkutma ile gerçekleştireceklerdir. Gerçek olup olmadığı küçük bir kız çocuğu efsanesi ile birlikte devam eden misyon en alta kadar devam edecek ve çocuğun gerçek olup olmadığı, yemeğin en alta kadar yetip yetmeyeceği ve en son sahnede verilecek zor kararın ne olacağını da size bırakarak bitirmek istiyorum.

Sonuçta yukarıda belirttiğim gibi müthiş bir sistem eleştirisi ve insanlık için bir öz eleştiri yapan, insanlığın en mükemmelden en aşağıya gidip gitmeyeceğini sorgulama fırsatı vereceği için bu filmi şiddetle tavsiye ediyorum.

Filmle ilgili repliklere, Quotpedia platformundan ulaşabileceğinizi de belirtelim.

Filmin en çarpıcı repliği ise en başta söylenen bu cümle: “İnsanlar üç gruba ayrılır: Yukarıdakiler, aşağıdakiler ve düşenler.” Yazıyı, cevabı çok zor olan bir soruyla bitirelim: Siz hangisisiniz?

Süleyman ÜSTÜN

Bilişim Uzmanı, Sosyolog, Kamu Yönetimi, Felsefeci ve Sinemasever

You may also like...

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir