Oğuz Kağan’ın Vasiyeti

Türk ve Altay mitolojisinde Türklerin atası kabul edilen Oğuz Kağan’ın vasiyetini Turan Gündüz’ün Oğuz Kağan Destanı’ndan alıntılıyoruz.

Oğuz Kağan Kimdir?

Oğuz Kağan ya da Oğuz Han, Türk ve Altay mitolojisinde Türklerin atası. Uğuz Han, Uz Han veya Oğur Han olarak da bilinir. Dedesi Kabi Han, annesi Ay Kağan, babası Kara Han’dır.

Oğuz Kağan’ın Vasiyeti

Ey benim oğullarım, ciğerimin köşeleri. Artık ben yaşlandım. Ahirete göç etmem yakın. Size her ne öğüt ve nasihat verir ve her ne vasiyet edersem beni can kulağı ile dinleyin, bu dediklerimi devlet ve saadet bilip onlarlar iş görün. Oğullarınıza, soyunuza ve uruğunuza da benim sözlerimi, öğütlerimi ve vasiyetimi nakledin. Onlar da bu söylediklerimle işlerini yürütüp, zaman döndükçe oğul ve oğlanlarına diyeler ve yetireler. Dünyada olduğunuz sürece uruk ve soyunuz yayılsın, bu öğütlerimle işlerini yürütürlerse dünya memleketlerine padişah olurlar. Düşman hiçbir zaman onlara galip gelemez ve dinlerini perişan edip ezemez. Her zaman din ve dünyaları mamur olur. Eğer benim öğütlerim ve törem üzere işlerini yürütmezlerse, hiç şüphe yok ki aralarında husumet çıkar. Bu yüzden düşman onlara karşı zafer kazanıp galip gelir. Her bir boy bir iklime düşer. Tacik ve yerleşik ile karışıp boylu boyunu, soylu soyunu unutur.”

Peygamber aleyhisselam zamanına yakın zamanda Bayat boyundan Korkut Ata derler bir er vardı. O, Oğuz kavminin bilgesiydi. Dedi ki; “Ahir zamanda yine hanlık Kayı’ya ulaşsın, kimse ellerinden almasın.” Bu dediği Osman neslidir. Oğuz’un emriyle bütün halkı üç bölüme ayırdılar. Akıl sahiplerine, bilgelere ve hesap işlerini bilen kişilere mal ve mülk toplamak, vergi tayin etmek, kethüdalık, yazıcılık ve vezirlik görevlerini dağıttı.

Bahadırlara ordu beyliği verdi. Ayağı çabuk ve çevik kişilere kamçı verip at gütmeye gönderdi. Ebleh ve bön kişilerin eline ise değnek verip deve, sığır ve koyun gütmeye yolladı. Dedi ki; -Bir Yüzbaşı ya da Ellibaşı öldüğünde, işe güce yeten bir oğlu yoksa, onun bölüğüne baksınlar; her kim at binmekte ve at tımar etmekte bilgeyse, yancığında sırımdan, kavdan, çakmaktan, anduzdan ve at gözüne konulan ottan bulunursa, diğerleri de ondan korkuyor ve çekiniyorsa, eyerini, kamçısını ve yırtılan yerini dikebiliyorsa, yay kurmakta ve sarmakta ustaysa, o kişiyi bölüğe ağa yapsınlar.

Binbeyi ve Tümenbeyi olsa ve işe güce kadir bir oğlu yoksa, bin ve tümen (on bin) içinde bahadır, iş görmüş, çeri idare etmenin kolayını bilir, savaş tecrübesi olan kim varsa onu Binbeyi ve Tümenbeyi yapsınlar.

Her zaman göç halinde olsunlar, oturak olmasınlar. Yazın yazlada, yayın yaylada, güzün güzlede ve kışın kışlakta ve sahil yerlerde yürüsünler; kıtlık görmesinler. Davarları zayıf düşmesin, kımız, kimran, süt, yoğurt eksik olmasın. Bol bol eğlenip dinlensinler. Ondan sonra beş yüz yıl, bin yıl, on bin yıl geçip oğlanlar doğsun, atalarının yerine ve makamına otursunlar; çoğalsınlar. Benden yadigâr kalan bu töre ve yasağı koruyup, bunların dışında ayrı iş etmesinler. Böylece gökten onların devletine her zaman yardım gelir, daima mutluluk ve saadet içinde olurlar. Yüce Allah da onlara nimetler versin, iyilikler etsin. Bütün ahali onlara dualar etsin. Ömürleri uzun güzelliği ve riyasetin devamlılığına işarettir.

Bundan sonra hanların ve padişahların çok oğlu olmalı. Eğer ileri gelenler, beyler ve yiğitler onların yanından uzaklaşır, yasağı ciddi tutmazlarsa hanlık ve padişahlık işi yerlere düşer, kesintiye uğrar. İşte o zaman Oğuz Han’ı da isteseler bulamazlar.

Tümenbeyleri ve Binbeyleri, Oğuz Han’ın öğüdünü tutmazlarsa acaba askerlere liderlik edebilirler mi? Kendi yurtlarında oturup kalanlar, öğüt dinlemeyenler; bunlar derin düşmüş çıkamayan köpeğe benzerler; veya sazlığa atılıp kaybolan bir oka. Bunun gibi kişiler kumandanlığa yaramazlar. Merhum Kara Osman dahi bu öğüdü daima oğlanlarına verirmiş: “Sakın oturak (yerleşik) olmayın. Çünkü beylik, Türkmenlik ve Yörüklük edenlerde kalır.” dermiş.

Şöyle demiş; “Evinin işlerini düzene koyabilen kişi on başı olmaya yarar. Elli kişiyi idare edebilen kişi Yüzbeyi olmaya yarar. Yüz kişiyi idare edebilen kişi Binbeyi olmaya yarar. Bin kişi idare edebilen kişi ise Tümenbeyi olmaya yarar. Bir tümeni idare edebilen kişi Boybaşı olmaya ve bir han olmaya yarar. İl’i idare edebilen kişi ise ülkenin padişahlı olmaya yarar.

Her kim ki, kendi evini temiz tutabilirse, memleketi ve ülkeyi de hırsızdan, yalancıdan temizleyebilir. Şöyle demiş; “Her Onbaşı kendi evine yasak edebilmeli. Bir kadın bir oğlan ile yakalanırsa onu cezalandırmak ve önünden birini Onbaşı etmek gerek. Yüzbaşı, Binbeyi ve Tümenbeyi de bunun gibi olmalıdır. Çeriden bir kişi dışarda küçük bir suç işlerse Tümenbeyi bu işten Binbaşı’nı sorumlu tutup azarlasın. Binbeyleri de Yüzbeylerini dövsün. O kişiyi bulup getirsinler, cezası neyse versinler. Hırsız, haramiyi de böyle bulsunlar; her kimin idare ettiği yerde meydana gelirse ona buldursunlar.”

Yine demiş ki, “Üç bilgenin ittifak ettiği sözler vardır. Bunları her yerde söylemek lazımdır; bunlardan başkasına itimat etmek olmaz. Kendi sözün ile başka bir kişinin sözünü o bilgelerin sözüyle kıyas et. Eğer uygun düşerse o sözü söyle; değilse hiç söylememek gerekir.”

Yine demiş ki, “Semiz olduğunda iyi seğirten at, orta ve arık olduğunda da iyi seğirtiyorsa ona güzel demek uygun olur. Ama bu üç halin birinde iyi seğirtmeyen ata güzel at demek doğru olmaz.”

Yine demiş ki, “Önder olan beyler, bütün verileriyle birlikte ava gidip, çeri sürsünler ve kendi adlarını belli etsinler. Daima, Yüce Allah’a hayr duası edip, gönüllerine O’na bağlasınlar, fetih ve iyilik dilesinler ki Tanrı’nın kuvvetiyle dört yanı tutsunlar.

Çeriye girince yeni doğmuş buzağı gibi sessiz olun. Savaşa girerken av üstünde uçan aç doğan gibi savaşa girin.” Yine demiş ki, “Er kişi güneş değil ki, her yerde kendini halka göstersin. Hatun kişinin, kocası ava veya çeriye gittiğinde evini düzenli ve süslü tutması gereklidir. Şöyle ki, eğer evine bir elçi veya başka bir konuk gelse, evinin eşyalarını düzenli görüp iyi aş pişirip konuğun eksiğini gediğini gidermelidir. Böylece kocasının adını iyiye çıkarmalı; kendi adı dahi meclislerde ve mahfillerde söylenmelidir. İyi er, iyi hatun kişiden bilinir. Eğer hatun kişi yaramaz ve evini idare edemeyen biri olursa erin yolsuzluğu ve tedbirsizliği ondan bilinir. Menuçehr’in kethüdası ev hakkında şöyle demiştir: Bezirgânlar altınlı kumaşlar ve hediyeleriyle gelirler, ümidin kazancıyla gönülleri kuvvetlenir, ümitle dolarlar.”

“Çeri beylerinin de oğlanlarına ok atmayı, at koşturmayı ve güreş tutmayı iyi öğretmeleri, onları bu işle sınamaları gerekir. Oğlanlarını öyle bahadır ve alp yapsınlar ki, bezirgânlarin kâr etmeye inanmaları gibi onların da gönlü hünerlerine inanmalıdır. Yürekli alp olup öyle ölsünler.”

Yine demiş ki, “Bizden veya uruğumuzdan biri yürürlükte olan bir yasağa bir kere karşı çıkarsa ona sözle öğüt verilsin. üçüncü kere karşı çıkarsa uzak yere, Hoten tarafındaki Eğer ikinci kere karşı çıkarsa tehdit ve eziyet edilsin. Eğer sonra geri getirsinler. Eğer uslanıp akıllandıysa ne alâ, değilse yazılara -orada il yoktur- göndersinler, orada kalsın. Bir süre zindana koysunlar. Bundan da akıllanmazsa cümle ağalar ve beyler toplanıp danışsınlar, işini görüp yasağa yetirsinler.”

Yine demiş ki, “Tümenbeyleri, Binbeyleri ve Yüzbeyleri kendi çerilerini, nöker ve yoldaşlarını her zaman hazır tutsunlar, emir geldiğinde gece, gündüz demeyip hemen at binsinler.”

Yine demiş ki, “Padişahların geceleyin Hak tealânın kapısında dilenci olup iyilik ve keramet dilenmeleri; gündüzleri halka padişah olmaları gerekir. Sonradan gelenler, önceki padişahların hayrın bozmasınlar ki, onların da hayrı cihanda baki kalsın.”

Yine demiş ki, “Padişahın dostu, nedimi ve oturup sohbet ettiği kişilerin uslu, akıllı, güzel, soylu, şöhretli, temiz etekli, hoş tabiatlı, tatlı dilli, dünya umurunu görmüş, ülkeler gezmiş, tecrübeli kişilerden olması gerekir.”

Yine demiş ki, “Padişahın kethüdası ve veziri olacak kişinin padişahın mallına ve dinine şefkat gösteren, ahaliye eziyet etmeyi reva görmeyen, kulluk etmiş ve kulluktan kalmış kocaları gören gözeten ve rızk ile onların elini tutan kişi olması gerekir.” Çünkü, “Her kim ki düşmüşlerin elini almaz, önderliği yaramaz.” demişlerdir.

Yine demiş ki, “Padişahlar öksüzlerin ve yetimlerin atasıdırlar. Öksüzlere kendi atasından bin kat daha fazla şefkat göstermeleri gerekir. Ta ki, zengin ata ile yoksul arasında bir fark olsun.”

Yine demiş ki, “il-ulus ve memleket yönetmek büyük bir iştir. Padişahın her şeyi önceden bilmesi, her işten haberdar olması gerekir. Daima Hak tealâya dua ve yakarışta bulunmak gerekir ki O’nun elinden, dilinden, kademinden ve kaleminden ile-ulusa, mülke, memlekete, dine ve dünyaya faydalı işler meydana çıkar.”

Yine demiş ki, “Padişah önemli ve büyük işleri, defter ve divan işlerini hünerli, bilgili ve bu işlerde tecrübeli kişilere emanet etmelidir. İşi tecrübesiz kişilere ısmarlarsa pişman olur.”

Yine demiş ki, “Hain ve suçlu kişiyi kesin olarak engellemek gerekir ki, bir daha hainlik ve hırsızlık etmesinler. Eziyet ve zulüm görmüş kişilere ise adaletli davranmak gerekir. Zalimler bir daha cesaret bulamazlar. Şöyle demişlerdir: Padişah hırsız ve haramileri defetmek için kendi eliyle il ve kervan bile vurur. Çünkü padişahların İl’den aldığı vergi ve gördüğü fayda haramîleri ahalinin üzerinden el çektirdiği zaman helal olur. Bu söze delil, kâfir olarak ölen Nuşrevan-ı Âdil’dir. Onu bir gün rüyada cennette hoş bir yerde otururken gördüler. Bu makama nasıl eriştin? Diye sordular. Dedi ki; mücrimlere şefkat gösterdim ve suçsuzları incitmedim.”

Yine demiş ki, “Mürüvvet ve kişilik şöyledir: Bir kişi, bir kişiden hayır ve iyilik gördüğünde, onun minnetini kendi üzerine sabit bilmesi gerekir. Ona riayet edip, ona iyilik ve ihsan etmesi, onun hakkını yerine getirmesi gerekir. Gerçekte, padişahların devleti ve saygınlığı, nöker, il ve memleketledir. Eğer nöker, il ve raiyet olmazsa padişahlık da mümkün değildir. Padişah da nökerin, il ve raiyyetin kıymetini bilmeyecek olursa, onların gönlünü hoş tutmaya özen göstermezse gayet mürüvvetsizlik olur.”

Yine demiş ki, “Yavuzların kulağını çekip, azarlayıp koyuvermek, kurdu tutup yemin ettirip salıvermeye benzer. Uğru (hırsız), haramî ve belalılara inanmak olmaz. Şerri herkes tarafından bilinen birini kovup ilden çıkarmaktansa öldürmek daha yeğdir. Yılanı ve kuyruğu uzunu kendi evinden alıp komşu evine bırakmak iyi olmaz.”

Yine demiş ki, “Padişahın gazaba gelip kızdığında acele etmemesi gerekir. Diriyi öldürebilir; ama ölüyü diriltemez. Nitekim bütünü kırmak kolay olur; ama kırığı bütün etmek olmaz.”

Yine demiş ki, ”Vefat eden kişilerin malını ve davarını öksüzlerine versinler. Padişahın hürmetli ve devletli ellerinin onlara bulaşması doğru olmaz. Dünya da iyi bir isimden başka nesne baki kalmaz.

Yine demiş ki, “Düzene girmiş ve razı olmuş olan düşmanı dağıtmak doğru olmaz. Uygun zamanda içlerinden bir kaçını dost edinip araya katmak gerekir.”

Yine demiş ki, “Adaletle hükmetmeyen hükümdar, darı veya arpa ekip, buğday uman kişiye benzer.”

Yine demiş ki, “Padişahlar, zayıf ve güçsüz kişileri kesinlikle incitmesinler ve onlara zahmet vermesinler. Çünkü karıncalar birlik olup Arslan kağanı güçten düşürürler. Üvez ve sivri sinekler birlik olup fili yıkar.”

Yine demiş ki, “Şölen ve yemeği geç yesinler ki iştah tam olsun. Düzgün sözü zaruret vaktinde söylesinler. Uykuyu öyle bir zamanda uyumak gerek ki, uyku galip gelsin; ve iştahlı olduklarında cima eylesinler ki oğlan olursa körpe ve kuvvetli olsun. Hanlar ve beyler şölen yemeği yediklerinde bir sadr ve iki kulun sofra ve kendirleri götürülmeli olsun; beylerin önünde artan yemeği ayakta bekleşen nökerlerine versinler; kimse yemekten mahrum kalmasın.”

Süleyman ÜSTÜN

Bilişim Uzmanı, Sosyolog, Kamu Yönetimi, Felsefeci ve Sinemasever

You may also like...

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir