Kartopu Eğitim Modeli
Yakın tarih okumalarım devam ederken, tarihin tekerrür ettiği gerçeğini bir kez daha fark ettim. Sadece aktörlerin ve rollerin değiştiği, neredeyse tıpa tıp tekrarlanan bu olaylar zincirinin neden olduğunu düşünmeye başladım.
Bu kısır döngü, nasıl kırılabilir? Elbette ilk akla gelen cevap: eğitimle. Bakıyoruz, uzun yıllardır her nesile eğitim verildiği halde bir kırılma olmamış. O zaman, eğitimin şeklinde bir sorun olmalı. Biraz daha yakından bakınca, şunu görüyorum: Evet eğitim veriliyor ancak doktrinel (bilgi ve yöntem değil sadece malumat) ve kısa vadeli.
Öyle olunca; hakim gücün benimsediği ideolojik tutum, eğitim adı altında bir nesile yükleniyor. O nesil, yüzeysel ve şekilsel olarak aldığı bu emaneti sonraki nesile aktarıyor. Sonraki neslin ufku, 40 seneyi aşamadığı için tarih sahnesinde olup bitenleri, sadece kendisine aktaranların oturduğu yerden gördüklerinden ibaret sanıyor.
Peki bu kısır döngüyü nasıl aşabiliriz? Tabiiki okumayla. Yine bakıyoruz, okuma sadece kişisel gelişim sağlıyor. Toplumsal dönüşüm için bireylerin tek tek okuması yeterli gelmiyor. Toplumsal etki edebilen yegane kurum olan okul ise az önce ifade etmeye çalıştığım gibi belirli bir perspektif dışına çıkamıyor.
Bu gibi felsefi alanlarda tıkandığım durumlarda hemen kutsal kitaplara, özellikle Kuran’a bakarım. Her zaman ne diyoruz; Kuran, bir metot ortaya koyar ve oradan bir kişilik oluşturur. Önce birey oluşturur, sonra bu bireyler toplumu inşaa eder. Yani bugün, modern bilimin de kullandığı, tümevarımsal yöntem.
Bu anlamda önce bir kişisel sonra toplumsal gelişim rehberi olan Kuran’ın ilk suresi olan Alak, “Oku” eylemini merkeze alıyor. Bunu zaten biliyoruz, herkes her fırsatta buna vurgu yapıyor ama okumak yetmiyor işte. O zaman devam edelim bakmaya. Genelde ikinciler pek dikkate alınmaz ama muhatabımız ilahi bir mesaj olunca standartlarımızı yeniden gözden geçirmekte fayda var. Sonraki Kalem suresine bakınca “Yaz”mayı öne çıkardığını görüyoruz.
O zaman okumak yetmiyor, okuduğunu anlayıp geliştirdikten sonra, yani “Sözü dinler, en doğrusuna uyarlar.” düsturuyla birlikte tez-anti tezden sonra bir sentez ortaya koyup (dialektik) onu yazarak sonraki nesle aktarmak bir farz olarak karşımıza çıkıyor. Demek ki farz kavramı öyle 32-64 diyerek ibadetlere sıkıştırılacak bir şey değilmiş. Neyse bunu geçelim şimdilik.
Şimdi kazanımlarımızı tekrar gözden geçirelim: Gelişmek ve kısır döngüyü kırmak için önce okumak, okuduğumuzu anlamak, sonra anladıklarımızdan doğru bir çıkarsama yapmak ve bunları yazarak sonraki nesillere aktarmak gerekiyormuş. Dönüp mevcut duruma tekrar baktığımızda zaten böyle olduğunu görüyoruz. Okullar, üniversiteler de bunu yapıyor zaten. Demek ki olmayan bir şey keşfetmemişiz, bu aşamada sadece hakikatle yüzleşiyoruz.
Burada, pes edip; “Ya boşver kardeş, işine bak.” “Memleketi sen mi kurtaracaksın” “Böyle gelmiş böyle gider.” cilere uyarak bırakabiliriz ya da; “Ben bu işi bundan sonrasına nasıl götürebilirim?” diyen iç sesimize kula verip çalışmaya devam edebiliriz. Her zaman olduğu gibi ikinci şık, bana daha çekici geliyor.
O zaman devam edelim. Unutmayın öğrenme, soru sormakla başlar. Soru yoksa, yeni bir şey öğrenemezsiniz. Peki eğer yöntem doğruysa, sonuç neden yanlış çıkıyor? Gördüğüm sorun ve çözümün yattığına inandığım finale doğru hızla ilerliyoruz.
Biz, okuma ve yazma işini hep birilerine havale ediyoruz. Birileri bizim adımıza okuyor, başka birileri de yazıyor. Halbuki okuma ve yazma işini bireyselleştirebilirsek sonuca kısa sürede ulaşabiliriz. Bu okuma ve yazmanın illa üst düzey makale/kitap seviyesinde olmasına da gerek yok.
Bir çocuğun yaşadıklarını günlüğüne yazması, bir annenin elde ettiği tecrübeyi çocuklarına, arkadaşlarına mektup olarak yazması, bir babanın okuduğu kitaptan elde ettiği kazanımları evine/işyerine uyarlayıp belki yaşam/çalışma kuralları şeklinde yazıp panoya asması şeklinde tezahür edebilir.
Sonuç itibariyle; okuma-yazmanın belirli kişiler eliyle değil de kollektif hal aldığı bir atmosfer oluşturabilirsek, her 100 yılda bir sıfırlayan bu döngüyü kırıp, her yeni neslin yeniden öğrenmek zorunda kaldığı bu düzenden kurtuluruz. Böylece bir önceki neslin bilgi ve tecrübelerinin üstüne koyarak ilerlenilen yeni bir modele geçebiliriz.
Kartopu modeli adını verdiğim bu yeni sistemle; çok kısa sürede aradaki farkı kapatıp, her zaman gönüllerimizdeki bir ülkü olan; “Dünyaya yön veren bir medeniyet.” seviyesine erişebiliriz.
Aksi halde; bir kaç devlet destekli örnekten başka endüstriyel sanayinin olmadığı, emeğimizin sömürüldüğü, üç kuruş kazancımızı harcayacağımız bir pazar olmaktan öteye geçmeyen, gelişmiş milletlerin çöpünün, nükleer atıklarının deposu olan, madenlerinin sömürüldüğü, en temel haklarımız olan ulaşım, sağlık, eğitim gibi hizmetlerin bile başkaları tarafından verildiği bir ülke olarak, rüya görmeye devam ederiz.
Haftanın Mağara Resmi
Haftanın mağara resmi köşemizde, eğitimin nasıl olması gerektiğini gözler önüne seren bir resim var.
Haftanın Kitabı
Bu hafta, Avusturyalı filozof ve toplum eleştirmeni Ivan Illich’in yazının konusuyla da doğrudan ilintili olan Okulsuz Toplum adlı eserini tavsiye etmek istiyorum.