Eyleme yönelik bir dil olarak Türkçe

Bugün güzel dilimiz Türkçe’den bahsedeceğim. Yine her zamanki gibi teknik detaylarda boğulmadan, hayatımıza dokunan somut örnekler üzerinden, Türkçe’nin neden bu kadar değerli bir dil olduğunu gözler önüne sermeye çalışacağım.

Uzun zaman önce Türk kültürü ve inanç tarihi üzerine yaptığı incelemelerle tanınan Sait Başer’in kitaplarını okuduğumda fark ettiğim bir meseleydi; Türkçe’nin eyleme yönelik bir dil olması. Göçebe hayatı yaşayan eski Türkler’de; at, tut, ek, iç, ok, öç gibi eylemlerin kısa ve net seslerle ifade edildiğini görmüştüm.

Literatürde, sondan eklemeli diller arasında yer alan Türkçemiz, modern hayata geçişle birlikte ihtiyaçların değişmesi neticesinde zamanla gelişmiştir. Bu da, kök kelimelere eklenen seslerle gerçekleşmiş.

Gidiverebilecekmişim Gibi Geldi

Bunu en iyi anlatan örneği; bir konuşmasında siyasetçi ve yazar Ahat Andican  dile getiriyor. “Türkçe, eklemlenen bir dil. Yani her şeyin arkasına bir şey ekleyerek biz Türkçe’yi oluşturuyoruz. Orta Asya Türkçesi’nde de Türkiye Türkçesi’nde de eyleme yönelik sözcükler, benzer sözcüklerdir. Eyleme yönelik sözcükler açısından Türkçe, biraz da göçebe kültürünün verdiği etki herhalde, çok gelişmiş bir dildir. Bir örnek vereceğim; “Gidiverebilecekmişim gibi geldi.” Anadolu’da yaşlı bir kadın tökezlediğinde; “Düşüvereyazdım” der. Düşü-vere-yazdım. Düştüm, düşüyordum değil, düşüvereyazdım.”

Fazlalıklarını Attı

Uzun yıllar boyunca çok geniş coğrafyalarda konuşulan ve farklı kültürlere muhatap olan Türkçe zamanla fazlalıklarını atarak en kısa sözcüklerle en fazla meram anlatır hale geldi. Max Plant Enstitüsü’nden dilbilimci Martine Robbeets, bunu şöyle açıklıyor: “Türkçe, Dünya’nın ilk dili olduğu için zaman içinde fazlalığını atıp Dünya’nın en mükemmel dili olmuştur.” Bu durum için verilen çarpıcı bir örnekte; Türkçe, “okutturdu” ifadesinin Farsça da 13 kelime ile söylenebildiği, “okutturmuştum” ifadesinin ise hiç söylenemediği ifade ediliyor.

İktisatlı Bir Dil

Belçikalı dil bilimci Johan Vandewalle: “50 civarında dil bilirim. Bu diller arasında Türkçe öyle farklı bir dildir ki, 100 yüksek matematik profesörü bir araya gelerek Türkçe’yi yaratmışlar sanki. Az kelimeyle çok şey anlatan iktisatlı dildir. Benim dilimde 3, Türkçe’de 1 çoğul eki var.” diyerek fazlalıklarını atmış bu muhteşem dilin iktisatlı yönüne dikkat çekiyor.

Öğrenilen Geçmiş Zaman

Beğeniyle takip ettiğim @etimoloji hesabında paylaşılan bir anı da Türkçe’nin ne kadar zengin bir dil olduğunun bir başka kanıtı. Öğrenilen geçmiş zaman olarak tanımlanan -miş -mış ekleri konuşmada harikalar yaratıyor.

Bu durum bahsettiğim hesapta bakın nasıl anlatılıyor; “İngiliz bir profesörle tanışmıştım. Türk olduğumu öğrenince; “Ne kadar güzel bir diliniz var.” deyip -miş’li geçmiş zamandan bahsetmeye başladı. Türkçe’de kullanılan geçmiş zaman ya da -miş -mış ekiyle aslında bir insanın bir olaya/duruma tanıklık edip etmediğini anlayabiliyoruz. Hemen bir örnekle açıklayalım. “Ali yemek yedi.” cümlesinde kişi Ali’nin yemek yediğini görmüştür yani bu olaya tanık olmuştur. Ama “Ali yemek yemiş.” cümlesini söyleyen kişi, Ali’nin yemek yediğine tanık olmamıştır. Ali’nin yemek yediğini ya birisinden duymuştur ya da örneğin mutfağa geldiğinde artık tabağın dolu ya da  boş olduğunu gördüğünde Ali yemek yemiş diyerek bu olaya tanık olmadığını da fark ettirir sadece ama sadece -miş, -mış takısıyla. Peki mesela ingilizce’de -miş, -mış eki yok. Onlar bu durumu nasıl anlatıyor? İngilizce’de önce dili geçmiş zaman ekiyle cümle kuruluyor. Örneğin; “Ali yemek yedi.” ama Ali yemek yediğinde kişi olaya tanıklık etmediğini belirtmek için miş eki de olmadığı için ek cümleler, sözcükler kullanır. Bir kişinin olaya tanık olup olmamasını bir ekle anlatması açısından Türkçe dili, dil bilimciler için çok ama çok ilginç bir dildir.”

Harf Devrimi

Türkler kadim dilleri olan ve genel olarak Oğuzca olarak ifade edilen dillerini uzun yıllar korudular ancak 10. yüzyıldan itibaren İslam dini ile birlikte Arap alfabesini de Türkçe ses düzenine uyarlayarak benimsediler. Burada dikkat çekmek istediğim konu şu ki sadece alfabe değişiyor, dilde bir değişme yok. Elbette Arapça’da her Türkçe kelimeye karşılık gelen ses olmadığı için uyum sağlamak durumunda kalıyor.

İşte tüm bu gerçekleri bilen Atatürk, yaptırdığı bilimsel çalışmalar sonucunda Türkçe’nin dünya tarihindeki ilk dillerden biri olduğunu savunan Güneş Dil Teorisi’ni geliştiriyor. Cumhuriyetle birlikte harf devrimi yapılarak “Latin Harfleri” denilen alfabeye geçiş yapılıyor. Tarihçi İlber Ortaylı alfabe devrimi şarttı diyor ve gerekçesini de şöyle açıklıyor: “Bakın, tanzimat aydınları Anadolu’daki halkı Osmanlı alfabesiyle cahil bıraktı. Ticaret, sanat, tıp, eczacılık dahil tüm meslekler Rum’a Ermeni’ye geçti, Osmanlı’nın Arap harfli alfabesini değiştirelim, Latin alfabesine,  geçelim diye 1860 larda İlbassan Kurultayları düzenlemişler ve bu süreç 70 yıl boyunca sürmüştü. Arnavutlar bile ll. Abdülhamid döneminde Osmanlı alfabesini bırakıp Latin Alfabesine geçmişti. Ama bunları öğretmiyorlar çünkü dertleri başka.”

İlk Türk Alfabesi

Her ne kadar zamanında bu teoriye yeterli değer verilmemişse de sonraki yapılan kazılar ve elde edilen bulgularla bu teorinin doğruluğu kanıtlanmış durumda. Asıl mesleği inşaat mühendisi olmasına rağmen Türk tarihi ve özellikle ön Türkler ile ilgili araştırmaları ile tanınan araştırmacı Kâzım Mirşan’ın elde ettiği verilerle Güneş Dil Teorisi doğrulandı. Marsiliana Tableti olarak isimlendirilen tablet bulununca bunun bir Öntürk olan Etrüsklerin çocuklarına yazıyı öğretmek için kullandıkları bir yazı tableti olduğu anlaşıldı. Etrüsk alfabesi Etrüskler tarafından, İtalya’nın orta ve kuzey bölümlerinde, dillerini yazıya geçirmek için MÖ 700 ve MS 100 yılları arasında kullanıldı. Etrüsklere ait 80 iskeletten alınan DNA örnekleri, Etrüsklerin bugünkü Türkiye’den İtalya’ya göç ettiklerini doğrulamaktadır.

Böylece aslında bugün Latin alfabesi diye bildiğimiz alfabenin, bir Türk alfabesi olduğunu görmüş oluyoruz. Tabletteki yazıya dikkat ederseniz bizim Latin alfabesi diye bildiğimiz harflerden oluştuğunu görürüz. Halbuki bunların her biri eski Türkçe kullanlan birer tamgadır ve; “Tanrı adına kazanılan zaferleri halka anlatmaya yarayan işaretler.” anlamına gelir. Bu bilgiler ışığında Atatürk’ün yaptığı harf devriminin aslında bir köklerinden kopma değil bilakis tam olarak bir aslına dönüş hikayesi olduğu anlaşılıyor.

Haftanın Kitabı

Bu hafta konumuzla da yakından ilgili olan Sait Başer hocanın Türk kültürü ve inanç tarihi üzerine yazdığı eserleri tavsiye ediyorum. Özellikle “Kut ve Töre” ben de çok derin izler bırakmıştı.

Haftanın Mağara resmi

Bu haftaki mağara resmimiz de yine konumuzla alakalı olarak köklerle ilgili seçtim. Sanki kökümüzü kazıyacakmış gelen şeylerin aslında bizim asıl köklerimiz olduğunun nezih bir anlatımı.

Süleyman ÜSTÜN

Bilişim Uzmanı, Sosyolog, Kamu Yönetimi, Felsefeci ve Sinemasever

You may also like...

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir