Empati ve Diyalog

empati ve diyalog

Bugün, geçen günlerde şehir içi dolmuşta yaşanan olay üzerinden, empati ve diyalog kavramlarını merkeze alarak bazı sorular soracağız ve üzerinde düşüneceğiz. Bu yolculukta bana eşlik ederseniz çok sevinirim.

Olayın hangi hatta ve dolmuşta gerçekleştiği çok önemli değil, önemli olan böyle bir olayın gerçekleşmiş olmasıdır. Zira benzer olaylar eminin başka yerlerde bir çok kez tekrar ediyordur.

Öğle saatlerinde bindiğim dolmuş, hınca hınç doluydu. Buna rağmen, şoför sürekli duruyor ve yolcu almaya devam ediyordu. Arada bir kişi iniyor, yerine iki-üç kişi biniyordu. Biraz arkamda bir hanımefendi, telefonda konuşuyor ve tüm dolmuş da onu dinliyordu. Halbuki, onu başkasının aradığını kabul etsek bile; “Şu an müsait değilim, ben seni sonra arayayım.” diyebilirdi.

Olay bu değil tabi. Dolmuş hızla yoluna devam ediyor, bir hızlanıyor, bir yavaşlıyor, içindeki balık istifi vatandaşlar bir oyana, bir bu yana savruluyordu. Bereket ben oturuyordum ama çoğu benim kadar şanslı değildi. Derken yanıma bir kız cağız oturdu. Yanına çektiği kocaman valizi elinden bırakmıyor, sımsıkı tutuyordu. Oturdu oturmasına ancak sanki her an yerinden fırlayıp kalkacak gibi hareketleniyor ve sürekli yola bakıyordu. İneceği yeri bilmediğini anlayınca; “Nerede ineceksiniz?” diyecek oldum ki önce o davrandı ve şoföre; “Garaja daha ne kadar var?” diye seslendi. Ben de daha çok var, yaklaşınca ben haber ederim, merak etmeyin oturun siz dedim.

Bu sırada, okula giden ya da okuldan dönen öğrenciler dolup dolup, boşalıyordu araçtan. Yanımdaki kız ise hop oturup hop kalkıyordu yine. O halini görünce; Aracınız kaçta? diye sordum. “13:30” dedi. Saatime baktım: 13:27. Bu şekilde yetişmeniz mümkün değil çünkü daha 10 dakikalık yol var dedim. Çaresizce oturdu yerine.

Bu arada, arka tarafta homurtular yükselmeye başlamıştı bile: Daha ne kadar alacak? Yeter artık. Üstümüze mi çıkacaklar? Pandemi var! Sonunda, az önce telefonla konuşan kişi olduğunu düşündüğüm bir hanımefendi avazı çıktığı kadarıyla bağırarak; “Yeter artık, alma daha fazla müşteri. Nefes alamıyoruz. Yer kalmadı.” diye seslendi. O sırada bir yandan trafikle uğraşan, diğer yandan para alıp veren şoför duyumsamazlıktan geldi ama abla, aynı şeyleri söylemeye devam etti. Şoförün artık dayanacak gücü kalmamış olacak ki arkasına dönerek; “Car, car bağırıp durma. Çocuklar okula yetişecek. Bi sus artık. Beğenmiyorsan in.” şeklinde cevap vermeye başladı. Artık hızını almış olan abla susar mı? “Adım atcek yer yok alma artık. Garaja yetişecekler var, sürekli duruyorsun, geç kalacaklar.” diyerek bağırmaya devam ediyordu. Bunun üzerine şoför de vitesi yükselterek; “Sana ne? Araba benim, istediğimi yaparım. Beğenmiyorsan durayım da in. Senden başka herkes halinden memnun.” deyince artık olaya müdahale etme vaktimin geldiğini düşündüm.

Sahiden de abladan başka kimse karışmıyordu. Acaba şoförü mü onaylıyorlardı yoksa bana dokunmayan bin yıl yaşasın mıydı? Bunu bilmemiz elbette mümkün değil ancak ben harekete geçmiş ve şoföre; şoför bey, bu kadar yeter, dikkat edin biraz, herkes işine baksın, ablaya dönerek; abla sende sus artık dedim. Çünkü ineceğim yere gelmiştim.

Anlattığım bu olay, şu an hepinizin aklında canlandı ve eminim her biriniz başka bir detaya takıldınız. Ben ise günlük yaşamda sıklıkla karşılaştığımız bu gibi durumlar karşısında ortaya çıkan iki kavram üzerinden meseleyi değerlendirip çözüm bulmaya çalışacağım. Çarşıda, pazarda, dolmuşta, durakta, markette, manavda sıklıkla karşılaştığımız bu gibi durumlarda empati ve diyalog kavramlarının önce çıktığını, daha doğrusu çözümün bu kavramlarda saklı olduğunu düşünüyorum.

Telefonla yüksek sesle konuşarak dolmuştaki herkesi rahatsız eden ablanın bu olaydan hiç rahatsızlık duymamış olması ancak o kadar hararetli konuşmadan sonra belli ki nefesi kesilince de bahaneyi dolmuş şoföründe bulup çemkiriyordu. Kamu hizmeti görmek için belli bir hat tahsisi yapılan dolmuş şoförü, aracın o anda kamu malı olduğunu unutup -belki bunu hiç bilmiyor bile- yolculardan istemediğini araçtan indirebileceğini sanıyor ve üç kuruş fazla alabilmek için de öğrencileri bahane ediyor.

Araçta bu kadar şey yaşanırken, hiç kimsenin olaya müdahil olmamasını da yadırgıyorsunuz değil mi? Evet ben de yadırgadım ve dahil olmaya çalıştım ancak hafızalarda taptaze duran Kadir Şeker olayını düşününce, hiç kimseden de bu cesareti bekleme hakkımın olmadığını düşünüyorum.

Peki ne olabilirdi? Eğer bir flashback yapabilseydik; herkesin empati kabiliyeti geliştirmiş ve birbiriyle sağlıklı bir diyalog kurabildiği, alternatif bir zaman çizgisinde şunlar olabilirdi: Elinde telefonla dolmuşa binen kadın; “Canım, şu anda dolmuşa biniyorum, seni daha sonra arayayım mı?” diyerek telefonun kapatır ve yerine otururdu. Dolmuşun çok kalabalık olduğunu düşününce; “Şoför bey, araçta yer kalmadı, daha fazla müşteri almasanız olur mu?” derdi. Şoför de; “Haklısınız ama şu an okul saati, derse yetişmesi gereken öğrenciler var, ben durmak zorundayım, binip binmemek onların vereceği bir karar.” diyerek bir sorun çıkmasını önlerdi. Belki de öyle bir organizasyon yapılırdı ki o kızcağız, otobüsüne yetişirdi.

Toplumların gelişmesini sağlayan en önemli faktörlerden birisi empatidir. Acaba o ne hissediyor diye düşünen birisi mutlaka her ikisini de mutlu edecek bir yol bulabilir. Bunu da, sağlıklı bir diyalogla somutlaştırarak medeniyet binasının temeline sağlam bir taş daha koymuş olur. Her yurttaş, böyle bir taş koyduğunda; karşımıza milyonlarca yıl hiç yıkılmayacak ve gelecek nesillere aktaracağımız bir medeniyet binası çıkacaktır.

Süleyman ÜSTÜN

Bilişim Uzmanı, Sosyolog, Kamu Yönetimi, Felsefeci ve Sinemasever

You may also like...

2 Responses

  1. Ahmet dedi ki:

    Mukemmel bir yazı olmuş Aynen katılıyorum teşekkürler hocam

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir