Dinsiz bilim felç, bilimsiz din kördür

Bugün bir vesileyle tekrar açıp okuduğum ve üzerinde düşündüğüm İnşirah Suresi'nden bahsedeceğim.

Bugün bir vesileyle tekrar açıp okuduğum ve üzerinde düşündüğüm İnşirah Suresi’nden bahsedeceğim.

Öncelikle bir kavramsal çerçeve çizmek ya da daha anlaşılır ifadeyle bir açıklama yapmam gerekiyor. Günümüzde bilginin kaynağı olarak iki farklı görüş dillendirilmektedir. Bunlardan birincisi Hz. Adem’e eşyanın isimlerinin öğretilmesiyle (Bakara, 31) ortaya çıkan bilginin ilahi bir kaynaktan geldiği inancı, diğeri ise bilginin bilimle elde edildiği bunun için ilahi bir kaynağa ihtiyaç olmadığı inanışı. (Bu ayrışma ahlak için de geçerli ama konumuz olmadığı için detaya girmiyorum.) İşte bu kadim ayrışma; dünyevi bir anlayış karşısında manevi bir anlayış olarak karşımıza çıkıyor ve konu üzerine az biraz kafa yoranlar bir tercih yapmak durumunda kalıyor. Çünkü bu iki görüş o kadar derin bir ayrılık içerisinde ki; adeta ateş ile barut gibi bir arada durdurulamıyor. Bu da; “Ya laiksin ya Müslüman!” olarak tezahür ediyor. Halbuki hem ilahi mesajın içeriğini, hem de bilimin ortaya koyduğu sebep sonuç ilişkilerini iyi inceleyecek olursak aslında her iki kaynağın da sonuca götürdüğünü göreceğiz. En azından ben bunu gördüğüm için sureyi bu minvalde ele alıp düşüncelerimi açıklamaya çalışacağım.

İnşirah Suresi, Kuran-ı Kerim’in 94. suresi olup 8 ayetten oluşan kısa bir suredir. Surenin, Mekke’de indirildiğine inanılmaktadır. Surede anlatılanlardan dolayı, okunduğu zaman insanın sıkıntılarının giderilmesini ve kalbinin ferahlamasını sağladığı düşünülmektedir. Surede, Hazreti Muhammed’in İslam’ı yaymada çektiği sıkıntılar ve buna karşılık Allah’ın yardımı anlatılmaktadır. Ayrıca Hz. Peygamber’in çocukluğunda yaşadığı kalbinin yarılıp temizlenmesi gibi bir olayı anlattığını da söyleyen bazı rivayetler olduğunu belirtmiş olalım.

Şimdi ayet ayet inceleyip gerçekten öylemi olduğunu, yukarıda çizdiğimiz kavramsal çerçeve kapsamında değerlendirelim;

Çeviri olarak, en güncel olan ve benim gerçeğe daha yaklaşık sonuç bulduğum Mehmet Okuyan’ın çevirisini kullanacağım.

1. ayette; “Senin için göğsünü ferahlatmadık mı?” deniliyor. İşte az önce ifade ettiğim peygamberimizin çocukluğunda yaşadığı olay buraya dayandırılıyor ancak Okuyan, bunun onunla ilgisi olmadığını, bu ayetin Duha suresi 7. ayetinin açıklaması olduğunu ifade ediyor.

2 ve 3. ayetler de; “Belini büken yükünü senden atmıştık.” deniliyor.

4. ayette ise; “Senin için şanını da yüceltmiştik.” denilerek aslında bir sonuçtan bahsediliyor. Yani önce sonuçlar söyleniyor ve ne olacaksa onların sonunda bunların olduğu ifade ediliyor. Bu tabi Kuran-‘ı Kerim”in anlatım tarzların birisi. Allah nasip ederse şu anda hazırlıklarını yaptığım Kuran Dili adlı çalışmamda, bu tür detaylardan bahsedeceğim.

Allah’u Teala, Hz. Muhammed’te bizler için örnekler olduğunu bildirir. (Ahzab, 21) Bu ayet vesilesiyle vahiy ve rivayet ikileminde durduğum yeri de belirtmek isterim. Bazıları bu ayetten hareketle rivayetin de vahiy kadar değerli olduğunu onsuz bir din yaşanamayacağını söylüyorlar. Bir diğer grup ise tek kaynağın vahiy olduğunu Peygamber’in vahye mugayir hareket edemeyeceğini örneklerle anlatıyorlar. Bir ilahiyatçı olmadığım için (henüz) bu tartışmaya girmek istemem ancak dinini kaynaklarından araştırıp iman eden bir mümin olarak bu örnekliğin rivayette değil vahiyde olduğunu düşündüğümü ifade etmek isterim. Yine bu konuyu da Kuran Dili çalışmamda detaylıca açıklayacağım inşallah.

Bu açıklamalardan sonra kaldığımız yerden devam edelim. Ne dedik; Peygamber’de bizler için örnekler vardır. Bu surede de muhatap Peygamber’dir. Öyleyse buraya bakıp bize düşen pay nedir onu anlamaya çalışıyoruz.

Allah’u Teala, eğer az sonra sayacaklarını yaparsak bizim göğsümüzü ferahlatacağını, belimizi büken yükü sırtımızdan alacağını ve bu sayede de şanımızı yücelteceğini buyuruyor. Demek ki ilk alacağımız ders, eğer belimizi bükecek kadar bir sıkıntı içerisindeysek bunun sonucunda rahatlayacağımız bir yol var ve bu sıkıntının sonucu şanımız kesinlikle yücelecek.

5. ayette; “Şüphesiz ki her zorlukla birlikte bir kolaylık vardır.” denilmekte ve 6. ayette; “(Evet), şüphesiz ki her zorlukla birlikte bir kolaylık vardır.” diye tekrar edilmektedir. Demek ki bu o kadar önemli ki Allah, tekrar ediyor. Adeta üstüne basa basa, altını çize çize ifade ediyor ki; her zorluğun yanında bir kolaylık muhakkak vardır. Öyleyse bir sıkıntıyla karşılaştığımız zaman hemen ümitsizliğe kapılmayıp onun bir çözümü, bir panzehrinin de olduğunun bilinciyle hareket edip, çözüm arayacağız. Yoksa bu ayeti bilmem şu kadar okuyup beklemeyeceğiz. Bu ayeti elbette okuyacağız ama ne dediğini anlamak ve onu yapmak amacıyla okuyacağız. Burası, tilavet ile kıraatın farkını göstermesi açısından çok uygun olduğu için yeri gelmişken bunu da ifade etmiş olalım.

7. ayette; “(Bir işi bitirip) boş kalınca hemen (başka bir işe) kalk.” denilmektedir. Okuyan Hoca, bu ayete; “Burada “Bir işe yürek verince arkasında dik dur” mesajı da söz konusudur.” diye bir açıklama yapmış. Bununla yetinip geçeceğim çünkü bu ayetin başka bir şeye işaret ettiğini düşünüyorum.

Ve nihayet 8. ayet; “Yalnızca Rabbine yönel!” denilerek belki de “Kuran’ı tek kelimeyle özetle” denilecek olursa söyleyebileceğim tek kelime olan tevhidle bitiriliyor. Yani gideceğin yer sadece Allah’tır. Başka yerde asla çözüm arama deniliyor.

Özetleyecek olursak Allah-u Teala bizlere Hz. Peygamber üzerinden; eğer bir sıkıntıya düştüğümüzde sorun ile çözümün kardeş olduğu bilincine vararak, sabredip çözümü ararsak rahata kavuşacağımızı ve bunun karşılığında bir makam elde edeceğimizi söylüyor.

Buraya kadar meselenin inanç boyutunu konuştuk. Şimdi girizgahta ifade etmeye çalıştığım anlayışla bunun içtimai hayatla olan bağıntısından bahsedeceğim ve çıkan sonuca benim gibi sizin de hayret edeceğinizi ve bilimle inancın ayrılmaz bir bütün olduğu savımı doğruladığını göreceksiniz.

Şimdi, hayatında dinin hiçbir yeri olmayan bir insanı düşünelim. Bu insan, yaşadığı bir zorluk karşısında yine özünde dinin yeri olmayan bir psikoloğa gitmiş olsun. Bu günlerdeki meşhur Kırmızı Oda’ya gitsin mesela. Tüm eğitimini, inanç dışı kaynaklardan elde eden, tamamen bilimsel verilerle elde edilmiş bilgilerden alan psikolog, bu kişiye ne diyecektir. Bu da tabi uzmanlık isteyen bir cevap ancak genel ifadelerle özetleyecek olursak, muhtemeldir ki; yaşanan bu kötü tecrübenin ya da karşılaşılan sorunun bir çıkmaz sokak olmadığı, her şeyin bir çözümünün olacağı, hatta bu krizi fırsata çevirebileceği, eğer bu sorunu aşarsa hayatta çok daha mutlu olacağı şeklinde bir telkinde bulunacaktır.

Gördüğünüz üzere aslında yukarıda ayetlerle anlatılmak istenen gerçeğin modern kavramlarla ifade edilmiş bilimsel bir versiyonuyla karşı karşıyayız. Aslında o odadaki uzman, Allah’u Teala’nın ayetlerini bilimle tefsir ediyor ama farkında değil.

Şimdi, işin belki de en can alıcı noktasına geldik. Zihin dünyamda bu iki kaynağı birbirine bağlayan ve hatta bu kaynakları birbirinden ayrılamaz bir bütün haline getiren, birisi olmazsa diğeriyle hakikati asla bulamayacağımıza inandığım nokta, 7. ayette ifade edilen; “(Bir işi bitirip) boş kalınca hemen (başka bir işe) kalk.” cümlesi oldu. Kanaatimce burada; bize şahdamarımızdan daha yakın olan Allah-u Teala (Kaf, 16) içinden çıkılmaz bir sıkıntıya düştüğümüzde eğer rehberimiz yoksa varlığımızı sonlandırma yoluna gidebileceğimizi bildiği için bu uyarıyı yapıyor. Yani içinde bulunduğu girdaptan çıkamayıp intihar etmeyi düşünenlere asla kafanı ve bedenini boş bırakma, sürekli bir şeylerle meşgul ol ki o girdaba girip, yitip gitme diyor.

Atalarımızın kadim tecrübelerinden neşvünema bulan; “Tebdili mekanda ferahlık vardır.” ya da, Hz. Peygamberin; “İki günü eşit olan zarardadır.” sözlerini de bu minvalde değerlendirip bu sureyi anlamaya çalıştık. Gördük ki, birisi olmadan diğerini tam anlamıyla kavramak mümkün gözükmüyor. Yani ilim ve irfan birbirini tamamlayan mütemmim cüz niteliğinde. İlmi, bilimin, irfanı da dinin bahşettiğini düşünürsek hikmete (Yasin, 2) de ancak bu iki kaynaktan elde edilecek verilerle erişebileceğimizi görüyorum.

Sonuç itibariyle ateş ve barut olarak tasvir ettiğimiz bilginin maddi ve manevi kaynağını eğer doğru bir şekilde birleştirirsek her ikisinin barındırdığı potansiyel gücü kinetik enerjisine çevirebildiğini gördük. Konuyu Albert Einstein’ın bir sözüyle özetleyerek bitirmek istiyorum: “Dinsiz bilim felç, bilimsiz din kördür.

Süleyman ÜSTÜN

Bilişim Uzmanı, Sosyolog, Kamu Yönetimi, Felsefeci ve Sinemasever

You may also like...

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir