Bertrand Russel – Din ile Bilim

Bu yazımızda, Nobel ödüllü filozof, Bertrand Russel'ın Din ile Bilim adlı eserini okurken aldığım notları paylaşıyorum.

Bu yazımızda, Nobel ödüllü filozof, Bertrand Russel’ın Din ile Bilim adlı eserini okurken aldığım notları paylaşıyorum.

Din ile bilim toplumsal yaşamın iki yönüdür. Din, insan düşüncesinin ortaya çıkışıyla birlikte başlar. Oysa bilim, eski Yunan’da ve Araplarda ortaya çıkmış ve 16. yüzyıldan sonra önem kazanmıştır.

Büyük tarihsel dinlerden her birinin 3 yönü vardır.

✔ Kurum
✔ Öğreti
✔ Kişisel töreler

Din ile bilim arasındaki çatışmaların düşünsel temelinde öğretiler yer almaktadır. Önceleri basit bilimsel gerçeklikler üzerinden olan bu çatışma daha sonraları felsefi düzeyde de yaşanmıştır.

Ortaçağ anlayışıyla modern bilim anlayışı arasındaki önemli bir ayrılık gerçeğe tanınan yetki konusudur. Ortaçağ bilginleri için kutsal kitap Katolik dinin dogmaları ve Aristo’nun söyledikleri su götürmez katı gerçeklerdir. Modern bilimde ise o gerçeğin falanca büyük adam tarafından ileri sürülmüş olması yetmiyordu. Duyuların tanıklığına başvuruluyor ve ancak yararlı gözlemler sonucu ortaya çıkacak olgulara göre karar veriliyordu.

Russel, din ile bilimin çatışmasını, Copernic’in gökyüzü tasviri ile Kutsal Kitap’tan çıkarılan tasvirin çelişkisi, insan, hayvan ve bitkilerin kökeninin çatıştığı evrim üzerinden, dini kaynaklı cincilik ve tıp ile, ruh ve beden ikilisine bilim ve dinin verdiği anlamlar üzerinden yaklaşarak sonuca ulaşmak istiyor.

Copernicus Devrimi

Güneşin dünyanın etrafında mı döndüğü yoksa Dünya’nın güneş’in etrafında mı döndü ikileme yüzyıllardır tartışıldı ancak Galileo buna cesaretle karşı çıkarak aslında din ile bilimin çatışmasının ilk kıvılcımını yakmış oldu.

Galileo gerçeğin deneylerde değil kitaplarda aranması gerektiğini savunanların sonsuz öfkelerini körükledi.

Aristo’dan Galileo ya kadar geçen 2000 yıl boyunca 1 kişi çıkıp da aristo’nun düşen cisimler ile ilgili olarak ileri sürdüğü yasaların doğruluğunu sınamayı düşünmedi bugün böyle bir sınamayı yapmak bize doğal gelebilir ama galileo’nun gününde bu deha isteyen bir işti.

İncil’in son bölümünde 7 altın şamdan ile Asya’nın 7 kilisesinden söz ediliyordu. Bunlar 7 Göksel cismin (güneş ay ve 5 gezegen) varolabileceği yolundaki kesin inancı oluşturuyordu.

1455’den 1458 e kadar papalık etmiş olan 3 kaliks tuz Türklerin İstanbul’u almasıyla sonsuz bir kedere kapılmış bu uğursuzluğu büyük bir kuyruklu yıldızın görünmesine bağlamıştı gelmesi beklenen felaket yönünü değiştirsin de hıristiyanlardan Türklere dönsün diye dua günleri konulmasını emretmişti yeni bir ek yapılmıştı dualara Türkler ile kuyruklu yıldızlardan koru bizi ulu Tanrım” diye.

Bu düşünce öyle bir hale geldi ki; kuyrukluyıldızlar işlenen günahlardan ötürü tanrısal adaletin bir belirtisi olarak görülmeye başlanmış. Bu durum, bizdeki deprem, sel gibi doğal afetlerin günahkarların cezalandırılması inancına ne kadar çok benziyor değil mi?

Evrim

Bize en uzak olan şeylerin yasaları en önce bulundu nra yavaş yavaş daha yakınlara sıra geldi İlkin gökler arkadan yer sonra hayvanlarla bitkilerin yaşamı sonra insan gövdesi en sonra da insan zihni.

Bir kimsenin arkadaşları onun neler yapabileceğini kendisinden daha iyi bilirler konuşmasının belli bir yöne sapması ile hemen çok sevdiği bir fıkrayı anlatı vereceğini bilirler ama o hiçbir yasaya bağlı olmaksızın kendiliğinden bir bitki ile hareket ettiğini sanır.

Dünyanın ilk çağları söz konusu olunca yer bilim ile tanrıbilim 6 günün 6 çağ sayılması gerektiğini söyleyerek uzlaşı yiyorlardı ama canlılar konusunda Tanrı bilimin ileri sürdüğü bir sürü kesinle meyi bilimle uzlaştırmak gitgide daha güç bir iş oldu.

Çincilik ve Tıp

Beden ile hastalıklar üzerine yapılan bilimsel incelemeler bir sürü kör inançla çekişmeyi zorunlu kıldı. Hastalıklar kimi zaman bir günahla ilgili tanrısal ceza lardı ama çoğunlukla cinlerini şeydi.

Ortaçağ’da sık görülen ve Bağlar ve salgınlar çoğu zaman cinlere kimi zaman da tanrının öfkesine bağlanıyordu. Buna karşın bilimsel araştırmalarda devam ediyordu bu araştırmalar ile uğraşanlar bu konulardaki bilgilerini Müslümanlardan almış olan Yahudilerdi. İlk başlarda büyücülükle suçlandılar.

Ne gariptir ki Müslümanların bugün bilime karşı takındıkları tavır, ortaçağ’da takındıkları sabrın tam karşısındadır.

Ruh ile Gövde

İlk olarak Yunan düşüncesinde karşımıza çıkan ruh Hristiyan değilse bile dinsel bir kökten gelir yunanlılarda ki anlamıyla ruhun ruhların canlıdan canlıya geçtiğine inanılırdı.

Ben bir adamı görüyor aynı zamanda konuşmasını işi diyorsam gören ben ile işiten benim aynı olduğu da bir bakıma doğrudur böylece bir şeyin kavran ışın ben ile nesne arasında bir bağ olduğu düşünüldü kavrayan ben özne kavranan ise nesnedir.

Hiçbir zaman iki insan bir şeyi aynı biçimde algılayamaz çünkü görüş açılarındaki ayrılıktan dolayı başka başka şeyler görürler yakından incelenince fiziğin olayları da en az ruh bilimin kiler ölçüsünde özeldirler.

Son olarak Russel’ın bilim ve din çatışmasındaki algıya verdiği muhteşem örnekle bitirelim. Russel, aslında sıradan insanların din adamları ile bilim adamlarının söylediklerine inanma bakımından bir fark olmadığını söylüyor. Çünkü din adamının aktardığı mistik tecrübelerle bilim adamının teleskopla gördüğünü iddia ettiği başka gezegenlere inanç açısından hiç bir fark yoktur.

Russel, bu duruma verdiği cevapla aslında tarafını da belli etmiş oluyor. Çünkü bilim adamı gördüğü şeyi söylerken, hangi araçları kullandığını ve nasıl bulduğunu da söylediği için (bilimsel yöntem) iddiası sınanabiliyor ve yanlışlanabiliyor.

Süleyman ÜSTÜN

Bilişim Uzmanı, Sosyolog, Kamu Yönetimi, Felsefeci ve Sinemasever

You may also like...

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir