Algı ve hakikat

Bu yazımda geçmişte yaşadığım bir olay üzerinden algı ve hakikat üzerine bir kaç kelam edeceğim.

Bu yazımda geçmişte yaşadığım bir olay üzerinden algı ve hakikat üzerine bir kaç kelam edeceğim.

Bir gün babamla sohbet ederken konu dönüp dolaşıp Atatürk’e geldi. Ben, Atatürk’ün hayatı boyunca 4 bin kitap okuduğundan bahisle ve bunun önemini anlatmak için şuraya yığsak ne kadar yer kaplar? belki de eve sığmaz dedim. Ben öyle deyince, marangoz olan babam, muhtemelen kafasında yaptığı desi hesabından sonra; “Yok canım, 4 bin kitap dediğin şuraya sığar.” dedi. Sonra oturup hesapladık ve babamın haklı olduğu ortaya çıktı. Çünkü, 4 bin kitap, yaklaşık, 2.5 metreküp yer kaplıyordu.

Sonra okuduğum kitaptaki bir bölümde yer alan algı üzerine düşünürken aklıma bu anı geldi ve olayı tekrar düşündüm ve şimdi bugünden baktığımda o gün yaşananları nasıl gördüğümü paylaşmak istiyorum.

Özellikle hayatının son dönemlerini kitapla haşır neşir geçiren ve Atatürk hakkında çok bilgi okuyan birisi olarak bir kişinin 4 bin kitap okuması benim müktesebatımda çok önemli olduğu için meselenin fiziki boyutuna hiç dikkat etmedim ve ulaşılamaz ya da çok zor ulaşılacak bir yer gibi algıladım.

Babamın, Atatürk’le ve kitaplarla ilgili derin bir bilgisi/ilgisi olmaması ve marangoz olması sebebiyle hemen meselenin fiziki boyutu zihninde canlandı ve her zaman yaptığı gibi desi hesabı yaparak, o kadar kitabın aslında çok küçük bir yer kapladığını anladı.

Böylelikle, meselelere bakışımızda sonucu müktesebatımızın belirlediğini gördük. Ama aslında ikisi de yanlıştı. Çünkü mesele ne abartılacak kadar büyük ne de kapladığı alan ile kıyaslayıp önemsizleştirilecek kadar küçüktü. Önemli olan; gerçeklikten kopmadan ama önemini de benimseyerek herkesin ulaşabileceği bir durum olarak kavrayabilmekti.

Buradan hareketle eski bir konuya dönmek istiyorum. Benim, kitaba olan inancıma din dersek, babamın bilgisine de bilim diyebiliriz. Böylelikle bilimsiz din olamayacağı gibi, dinsiz bilimin de olamayacağını başka bir olay üzerinden yine kavramış olduk.

Aynı, ateist bir bilim adamıyla bir sofinin karşılaştırması gibi. Zira ikisi de aslında hakikate asla ulaşamayacaklar. Çünkü her zaman meselenin bir yarısı eksik kalacak. Tıpkı tek kanatla uçulamayacağı gibi.

Sonuç olarak hakikate, algılarla asla ulaşılamayacağı aşikar. Peki o zaman nasıl ulaşacağız? Bu soruya pat diye cevap verebilecek değilim ama geldiğim düşünce seviyesiyle; ilahi öğretileri bilimsel verilerle mücessem hale getirebilirsek işte o zaman hakikat denizine ulaşmış olacağız diye düşünüyorum. Bu, bazı şeyler için şimdi mümkün olabileceği gibi bazıları için belki de yüzyıllar, binyıllar gerekecek. İnsanoğlu olarak biraz sabretmemiz gerekecek.

Süleyman ÜSTÜN

Bilişim Uzmanı, Sosyolog, Kamu Yönetimi, Felsefeci ve Sinemasever

You may also like...

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir